31 Aralık 2015 Perşembe

2015'de neler oldu?

http://blog.milliyet.com.tr/2015-de-neler-oldu-/Blog/?BlogNo=518567
Neler neler olmadı ki!
Belki çok güzel olaylar olup içimizi ısıttı, mutlu kıldı ama 2015 yılının geneline baktığımızda;  umutlarla karşıladığımız yılın bilançosu karman çorman…
İyiler ve güzellikler usumuzda kaldı.
Kötüler ve kötülükler yüreğimizi paraladı.
Ortalık toz duman!
Her yer viran!
Özge Can’ı hunharca katleden vahşi yaratıklar, belki en ağır cezayı almış olsalar, kanı yerde kalmamış gibi gözükse bile yüreklerimizdeki acısı soğumadı. Özge Can’ın, gülen o güzel gözleri fotoğraflarda anı olarak kaldı. Hiçbir şeyin artık Özge Can’ı geri getiremeyeceğini bilmek ise başka bir acı!
Özge Can gibi daha niceleri, şiddete, tecavüze maruz kalarak sonsuzluğa doğru yol aldı.
‘’Kadına Şiddete Hayır!’’ ‘’Özge Can bir simge olsun, Özge Can Yasası çıksın’’diye sokaklarda etkinlik düzenleyen sivil toplum kuruluşlarının üyelerine, güvenlik güçleri şiddetin en alasını uygulamakta beis görmediler!
Sonsuzluğa uğurladığımız kadınların ardından, müsebbipleri;  ‘’ya iyi hal’’ ya da ‘’ kadın suçlu idi’’ gerekçesi ile en az ceza ile sıyrıldılar. Zira kadının mezardan kalkıp da kendini savunacak, yöneltilen suçlamaları çürütecek bir durumu yoktu ki..!
Keza cezayı kesen hukuk insanlarının da anası, karısı ya da kızı!
Canlı canlı bombalar, etrafı kasıp kavurdular!
Suruç’da, Ankara’da canları yitirdik pisi pisine! Canlı canlı gittiler… Gidemeyenler de hastane köşelerinde, birçok uzuv ve organlarını kaybetmiş halde can derdinde kaldılar. Şimdi ne haldeler? Bilen eden yok! Basın daha önemli mevzulara takılıp kaldığı için…
Yamuk, paralel, teğet derken tüm geometri terimlerini bilmeyenler de öğrendi çok şükür!
Dün baş olanlar, kazdıkları kuyunun kumpaslarında!
Çarşambayı FED aldı… Perşembe Merkez Bankasına kaldı!
Eylülden beri dört gözle beklenen faiz artırımı, en sonunda 25 baz puan olarak açıklandı da finans piyasaları bekleye bekleye girdikleri sancılardan kurtuldu. Gelişmekte olan ülkelerin başını çeken biz, Brezilya, Arjantin ve Güney Afrika gibi ülkelerin alacakları tavır 2016 ya kaldı.
Bu arada pazarda akşamüstü son kalanları toparlayıp, evdeki torunlarına aş götürmeye çaba sarf eden Ayşe teyze elbet bunlardan hiçbir şey anlamadı! Zira her şey ateş pahasıydı ve biber zam şampiyonu olmuştu.
Olmadık zamanda tayyare düştü! Pardon düşürüldü!
Gerekçesi haklıydı amma komşu fena tavır aldı! Üstelik tam da tüm komşularımız ile sıfır sorun yaşarken!

Turizm, ithalat, tekstil sektörü büyük yara aldı hatta bavul ticareti bile yayan!
İnşaat şirketleri bile Gazap Üzümlerini yemek zorunda kaldı!
Üreticinin ürünleri, iç pazara kanalize edilmesine rağmen tam dokuz milyon ton sebze meyve çöpe atıldı. İç pazara gelen ürünleri gördüğümüzde de ne yazık, bizim milletin çeri çöpü yediği, en iyi ürünlerinse ihracata gittiği gün yüzüne çıktı. Bu da işin başka yönü!
‘’Kim olursan ol yine gel’’ sözünü düstur edindik! Sınırlar kalbura döndü! Savaştan kaçanSuriyelileri kucakladık. Kalan biz de kaldı, bizi beğenmeyenler Ege kıyılarından Avrupa’ya kaçmak için ne kadar plastik bot, ahşap gemi varsa tıka basa doldular! Amma velâkin kıyılar, çocuklarının istikbalini bahane eden mültecilerin gerek kendilerinin, gerekse istikbalsiz çocukların cenazeleri ile doldu.
Dünya’nın güzelliği, çocuk gülüşlerinin masumluğunda idi! Çocukların masum gülüşleri soldu! Hem de hiç açmamacasına!
Şehrimizde, caddelerde, sokaklarda Suriyeli ailelerin haline üzülürken biz!
Güneydoğumuzda yanan ateşten nasibini alıp, kaçan ailelerin dramı ise Suriyeli mültecilerin halini aştı, içimizi kor gibi yaktı!
Oralarda yaşayan çocuklar, hem evsiz, hem de eğitimsiz kaldı! Yıkılıp yakılan kütüphaneler, hastaneler, camiler de cabası!
Kocaman bir yılın içine, yapmaktan büyük zevk aldığımız seçimleri sığdırdık! Bir daha, olmadı! Bir daha!
Daha bitmedi!
Yeni yılda kim bilir kaç defa daha, referandum falan filan, vesaire vesaire!
2015 Şubat ayında belirlenen TÜİK rakamlarına göre çalışan bir kişinin açlık sınırı 1592,61 lira olarak belirlenmişken! 1.1.2016 tarihi itibariyle çalışanların aylık asgari ücret rakamı 1300.- lira olarak açıklandı. İşverenleri kaygıya düşüren bu ücretin, işverene getireceği yükün bir kısmının devletçe süspanse edileceği bildirilince (artış miktarının yüzde 40’ı yani yaklaşık 110._ lira civarında), işverenlerin yüreğine birkaç damla su serpildi. Bu artıştan, istihdamın nasıl etkileneceğini, işsizlik oranlarının çift haneli rakamlardan, tek haneli rakamlara düşüp düşmeyeceğini, yeni yılın verilerinden öğreneceğiz…
İyi, güzel olaylar da oldu 2015 de…
Prof. Dr. Aziz Sancar hoca, Kimya bilimi dalında almış olduğu Nobel ödülü ile haklı gururumuz oldu. Hele ki ödülünü Mustafa Kemal Atatürk’e adamış olması ise ayrı bir gurur ve övünç kaynağımızdı.
2015’i uğurlamaya, 2016’yı karşılamaya 1 kala…
Temenni ve dileklerim, gelen gideni aratmasın!
Çocuklar, sıkıntı yaşamadan, bomba seslerinden uzak, can korkusu olmadan mutluluk ve huzur içinde yaşanacak ortamlarda büyüsünler. Şarkılarla… Saçlarını kesmeden! Oyuncaklarını, biberonlarını, ya da bebeklerini terk etmek zorunda kalmadan…
Tüm Dünya’yı barış ve huzur sarsın…
Ülkemiz Ortadoğu bataklığına saplanmadan, milletimiz birbirini kırıp dökmeden, yıkmadan yıkılmadan, tüm varlıkları ve kimlikleri ile sağlıklı günlerde yaşasın.
Sevgilerimle.

20 Kasım 2015 Cuma

Geziyorum... Damlataş Mağarası- Alanya







Yıl 1948… Alanya’da ki liman inşaatı tüm hızıyla sürerken, liman inşaatında kullanılmak üzere taş ocağında dinamitler patlatılır. Bu dinamit patlatmaları esnasında ocakta açılan bir oyuktan içeri giren işçiler, gerçek bir tabiat mucizesi, tabiri caizse bir tabiat şaheseri ile karşılaşırlar.


15 metre derinlikte, 2500 metreküp hava ihtiva eden hacimde, etrafı 10 metre kalınlıkta sütunlar ve içerisi bin bir renkte dikit ve sarkıtlarla bezeli bir mağaradır buldukları.


Ülkemizin en fazla yağış alan bölgelerinden biri olan Alanya’da ki bilhassa kış aylarında halen devam eden damlamalara sahip olan bu mağaraya Damlataş Mağarası adı verilir yerel yöneticiler tarafından.
Ve… Alanya turizminin ilk temel taşları oluşturulur mağaranın bulunmasıyla.


 Jeologların inceleme raporlarına göre 15 bin yılda oluştuğu tahmin edilen mağara aynı zamanda, normalden çok fazla ihtiva ettiği karbondioksit oranı, azot ve iyonlar ile yaz, kış değişmeyen 23.3 santigrat derecedeki sıcaklık özelliği ile de astım ve bronşit hastalarına şifa olma özelliğini taşımaktadır.



Yerel halk ilk zamanlar, evlerini pansiyon olarak açmaya başlarlar gelen ziyaretçilere. Alanya merkezine 1 kilometre uzaklıkta olan bu muhteşem görselliğe sahip ve şifa kaynağı olan mağara etrafında, şimdilerde sayısız tesis ve işletme hizmet vermekte; gerek yurt içinden, gerekse yurt dışından gelenlere.
Gelin, görün hatta deva arıyor iseniz astım ya da bronşit hastalığınıza, 21 günlük şifa kürlerine katılın derim.
Yurdumuzun cennet köşelerinden birini daha tanıtmaya çalıştım sizlere…
Bir başka cennet köşede buluşmak üzere, kalın sevgiyle…
Ay Şen










26 Ekim 2015 Pazartesi

1 Kasım'a ramak kala!


Önce Ay Yıldızı kaldırdılar brövelerden! Bröveleri kullananlar dâhil hiç ses çıkmadı!
Sonra TC yi kaldırmaya başladılar bir bir kurumların isimlerinin başından! Yine ses çıkmadı. Hem de hiç kimseden!
4+4+4 dediler! Veliler seyrettiler!
18 milyon öğrenci var bu ülkede ve velileri! Çarp bakalım kaç kişi çıkacak! Tabii matematikten haberin varsa!
Düz yazı yerine el yazısına mecbur ettiler! Yine kimseden gık çıkmadı! O küçücük eller harfleri kıvırıp bağlayacağız diye aylarca çile çektiler!
Flaş! Flaş! Flaş! Diye sabahın köründe televizyonlarda Ergenekon! Balyoz yok Poyraz Köy soruşturması! Kazılan topraklar, yeni tarihli gazetelere sarılmış silahlar ve bir dolu suçlama, suçlanan insanlar!
Yok, günlükler, yok sarı Kız falan filan!
En kıymetli kurumumuzun itibarını sıfırladılar!
Ne oldu MİLLET sadece seyretti!
Sinirler LAÇKA... Milletin %90 nı psikolojik sorunlarla çevrelendi.
Suçlanan insanlar, özel inşa edilen cezaevlerinde çile doldurdu. Mahkeme salonlarında ter döktü! Savunma avukatları bile tutuklanıp içeri tıkıldı! Cezaevlerindekilerin bir kısmı hastalanıp, sonsuzluğa göçtü. Sağlam kalanlarsa hastalıklarla, sorunlarla boğuştu!
Hatta kanserle mücadele eden nicelerinin sudan sebeplerle evleri basıldı!
Daha polisler gitmeden televizyonlarda, basıldığına dair haberler yayınlandı! İnsanlar duyunca şaştı kaldı!
Sonra...???
''Bizi kandırdılar! ''
''Kandırılmışız!''
Vah vah vah! Diye televizyonlara çıkıp ağlaştılar!
Paralel, yamuk falan diye geometriye sığındılar! Hatta 360 derece döndüler, fark ettirmiyoruz sandılar! 
Pi sayısının bile değerini değiştireceklerdi ki...!!!
Bu arada Kürtaj, mürtaj söylemleri çıkarıp kadınları delirttiler!
Tecavüz sonucu olan çocuğa biz bakarız, tecavüzcü elini kolunu sallayıp gezsin, kadın ölsün dediler! Kaşla göz arasında da yabancı şirketlerin ülke topraklarında işlettikleri işletmelerden alınan devlet payını % 10 dan, % 1 e düşürdüler!
Suni gündemlerle halkı meşgul ederken, arkadan bir dolu iş çevirdiler!
Eğitim sistemini her gün alabora ettiler!
Millet ne yaptı?
Sadece sustu!
Televizyonlarda evlenme programlarına, dizilere odaklandı, oyalandılar!
Süpervırvırla yarıştılar, kendilerini orada sandılar!
Ülkenin %60 ı kredi kartlarına borçlu, bankalara mahkûm oldular!
İcra takipleri dizi dizi!
Sen, ben, etnik kimlik, mezhep diye ayırdılar!
Milletin anasına küfür ettiler! Al git dediler!
Yetmedi ''milletin .... Koydular!''
Kendi öz varlıklarımıza sahip çıkmadıkları gibi hepsini bir bir sattılar!
Hukuk sistemini hallaç pamuğu gibi attılar!
Bugün soruşturma açtırdıklarını, ertesi günü hapse attılar!
Kullandılar!
Sadece kendi ikballeri için kullandılar!
Hem de herkesi!
Milleti, eğitimi, sağlık sistemini, hukuk kurallarını çiğnediler, ezdiler!
Madenlerde göçüp gidenlerin, bombalarla katledilenlerin üzerinden siyaset yaptılar!
''Bir kaç şehit için yas mı tutcaz!'' dediler, şehitlerin ruhlarını ezdiler, incittiler!
Dış işlerindeki ilişkileri Arap saçına döndürdüler!
Kendi evinin içini düzenlemekten aciz kadınlar gibi komşunun evini karıştırmaya çalıştılar!
''Sıfır sorun!'' dediler... Tüm ilişkilerimizi sıfırladılar!
Ne itibarımız kaldı, ne haysiyetimiz!
Şimdi!

Şimdi, meydanlara çıkıp yapacağız, vereceğiz, edeceğiz, cek cak edebiyatı ile ''Allah aşkına bize oy verin'' diye yalvarıyorlar!
Sorum herkese!
İdare edenlere!
İdare edilenlere!
Muhalefete!
Millete!
Koltuk değneği olup, mecliste en kritik konularda destek olanlara!
13 yıldır, başımıza gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmedi!
Daha söylenecek öyle çok şey var ki ne sözlere sığıyor ne satırlara!
Yoklayın balık hafızalarınızı!
Unuttu iseniz hatırlayın!
Dönün yakın tarihte yaşananlara!
Silkelenin!
Atın ölü toprağını üstünüzden!
''Ekonomi biter, çöker'' gibi martavallara kanmayın!
Silkelenin!
Uyanın!
Tatil matil neyinize!
Kutlayın en büyük bayramımızı 29 Ekim'de
Oy kullanmaya 1 Kasım'da sandıklara...

UYAN ARTIK TÜRK MİLLETİ UYAN!
Cumhuriyete boyun borcumuzdur...
UYAN ARTIK...

25 Ekim 2015

26 Eylül 2015 Cumartesi

Ne olacak bu insanların hali? Ya bizim?



Yüzünde yalvaran bir ifade, acıyla karılmış! Gözbebeklerinde korkunun belki de türlü şekli, ifadesi iç acıtıcı! Acemice uzattığı eli, kaba, kirli hatta çatlamış yer yer derileri. 7 yaş civarındaydı ‘’O’’ kız çocuğu yanıma yaklaştığında. Türkçeyi yarım yamalak konuşuyordu.
Avucunun içine para sıkıştırıp, başımdan savmak yerine saçlarını okşamak geldi içimden. Kirden ve su görmediği her halinden belli olan, keçeleşmeye yüz tutmuş karmakarışık saçlarından okşamak. Yüzünü avuçlarımın içine alıp, gözlerindeki o korkuyu ya da içinde gitgide büyüyen acıyı silmek.
Bu bayram gününde, bir an çocuklarımın o çağları geldi gözümün önüne. Bir film şeridi gibi geçip gitti kareler. Ne kadar güzel, itinalı, özenli ve mutlu bir çocukluk devresi yaşamışlardı. Yeniden büyüdüm onlarla.
Ya benim ülkemde de savaş olsaydı o yıllarda! Ya bizlerde çoluk çocuk, evimizi barkımızı, yurdumuzu terk etmek zorunda kalsaydık! Aç susuz, yaban ellerde, elin bilmediğimiz yurtlarında çare arıyor olsaydık! Mucize kabilinden!
Bir çocuk gördüğümde ana yüreğimdeki tüm duygular ayağa kalkıp, alabildiğine soluksuz koşmaya başlıyorlar. Aklımda bin bir düşünce.
Reva mıydı ‘’O’’ kız çocuğuna ya da diğer çocuklara bu yaşantıya mahkûm olmak? Bir sıfır değil, belki de beş sıfır yenik başlamışlardı hayata.
‘’Hangi hayat, hangi güzellik’’ diye soruyor, sızlayan yüreğim!
Cadde üzerindeki insanların merhametine sığınarak, çaresizce ve acemice açtığı avuçlarını, sınırsız sevgi ile doldursan ne faide. Sevgi karın doyurmuyor ki!
Buz dağının görünen ucu sadece görsel medyada izleyip, yazılanları okuduklarımız.
Ya göremediklerimiz?
Ya bilemediklerimiz?
Yaşanan sefalet, rezillik!
Tecavüz, istismar!
Kâh Tem Otoyolunda, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı taban patlatan binler. Kâh Edirne’deki ya da diğer şehirlerdeki park ve bahçeleri mesken edinenler.
Umut ve hayallerinden başka bir şey yok ki ellerinde. Bir de tüm geçmişlerini, varlıklarını ümitle yükledikleri sırt çantaları!
Sahil kenarlarında binlerce mülteci, vicdansız umut tacirlerine ram olurlarken; yaşam savaşının belki de en zorunu veriyor durumdalar. Üç beş kişilik şişme botlarda, 40-50 kişi umuda yolculuğa diye ölümün kucağına koşuyorlar.
Ya biz?
Acımaktan başka ne geliyor elimizden?
Bir iki lokma yemek veya ellerine bir kaç kuruş tutuşturmaktan başka!
Ya biz?
Bayram seyran diye doldurmadık mı sahil kıyılarını? Turizm kalkınsın diyerekten, okulları erteleyip koşuşturmadık mı tatil beldelerine? Sevdiklerimizle, bayram adına kucaklaşmadık mı? Neşeyle yollara düşmedik mi?
Yaşanan her şeye rağmen!
Bildik mi bu cennet ülkenin kıymetini? Biliyor muyuz?
Suriyeli, Afgan veya Afrikalı mültecilerin hallerinden, çektikleri çilelerden ders aldık mı?
Almalıyız!
Sıkı sımsıkı sarılmalıyız birbirimize. Varlığımıza, bütünlüğümüze, birliğimize, bayrağımıza ve en önemlisi vatanımıza. Hem de dört elle...
Bizim için başka ÖZ VATAN yok ki!
Türkiye’den gayrı…
Çocukların masum gülüşleri solmasın dileklerimle.
Mutlu bayramlar herkese…
Nerede yaşıyor ve hayatı bayram tadında yaşatıyor iseniz sevdiklerinize ve çevrenizdekilere.
Sevgilerimle…






28 Ağustos 2015 Cuma

Geziyorum... Köyceğiz...



                        http://blog.milliyet.com.tr/geziyorum-koycegiz/Blog/?BlogNo=507459



Leylek leylek havada…
Yumurtası tavada, biz gideriz tatile hey tatile…
Niyetim sizlere gezip gördüğüm yerleri anlatmaktı amma!
Her geçen gün patlayan bombalar, bomba yüklü arabalar, vakitsiz yitirdiğimiz canlar, ağlayan analar, babalar!
‘’Ağlamasın analar!’’
Anamızı ağlattılar!
Ne neşe kaldı, ne de yazma hevesi canda!

Gelelim, Köyceğiz’i anlatmaya.

Çok büyük bir yerleşim ve ticaret merkezi imiş bir zamanlar Köyceğiz. Şu an ki gölün olduğu yerdeki ovayı ve yerleşim merkezini, bilinmeyen bir sebepten dolayı sular basmış ve yerleşim merkezi sular altında kalmış. Büyük bir ihtimalle doğrudur ki zira her yerden sular fışkırıyor. Taşların altından, denizden hatta ağaç köklerinin dibinden. Kalan birkaç evi görenler ‘’kala kala bir Köyceğiz’’ kalmış dediklerinden dolayı da adı Köyceğiz olarak kalmış.

Türkiye’de Rize’den sonra en fazla yağış alan bölge olan Köyceğiz’de, kış yağmurları, 3-4 ay sürmekte, yaz dönemi boyunca yaşadığı kalabalık ve yoğun nüfus, kışın yerini sessizliğe, dinginliğe bırakmaktaymış. Köyceğiz gölünün kıyısında kurulmuş bulunan, pembe ve pembenin tonlarındaki begonvillerin sarıp sarmaladığı Köyceğiz’i sakin ve dingin haliyle görmek isterdim.

Görülmeye değer hatta uzun süreli ve sürekli  yaşamaya…

Gölün kıyısında yudumlanan bir acı kahve yeter de artar, tüm yılın yorgunluğunu atmaya.

Uçsuz bucaksız engin maviye baka baka.

Dünya’da doğal kanalla, denize bağlanan 7 gölden biri olan Köyceğiz Gölü, derinliğine derin olmasına rağmen, deniz seviyesinden 6 ila 10 metre yüksekte olma özelliğine sahip.

Ölemez Dağlarının arasında mavi bir kuğu gibi nazlı nazlı salınan Köyceğiz Gölünün kıyısında konumlanan Alila Otel’de konakladık bayram boyunca. Sanki kendi evimizde gibiydik.

Köyceğiz’in her bir yakası devasa ormanlarla kaplı idi ve görüntüleri muhteşem ötesiydi ki ancak, 14 Ağustos’ta çıkan orman yangının neticesinde 50 hektar orman alanının yangından dolayı zarar gördüğünü öğrendim.

 O güzelim ağaçların bir deli kıvılcıma esir olmasını hiç ama hiç içime sindiremiyorum.
Köyceğiz’in bir diğer simgesi de ‘’Sığla’’ (günlük) ağaçları. Koruma altına alınmış, bakımına ve çoğalmasına özen gösterilen sığla ağaçlarından elde edilen ‘’sığla yağı’’ mide hastalıklarına iyi gelmesi ve de parazit öldürücü özelliği olmasından dolayı ilaç ve hoş kokusu nedeni ile de kozmetik sanayinde kullanılmaktadır.  

Derlediğim bilgilerin ışığında; Eski Mısır’da firavunların mumyalanmasında ve kadınlarca da hamam sonrasında güzelleşmek adına güzellik iksiri olarak kullanılmıştır.
Ve…
Her nedense ülkemizde, koruma altına alınmış bulunan bu çok kıymetli ve nadide ağaçtan elde edilen sığla yağı üretimi 2011 yılından beri durdurulmuşmuş! Nedendir? Ne sebeptendir bilinmez amma sığla ağaçları tüm güzellikleri ve haşmetleri ile Köyceğiz’i süslemeye devam ediyorlar. Dilerim acımasız kıvılcımlara ram olmasınlar!

Gezdikçe ülkemizde ne cennet köşelerin var olduğunu görmek, görüp de hayran olmamak elde değil.  Yalnız hayranlıkla değil, sevgiyle ve de özenle dua etmek geliyor insanın içinden.

‘’Allahım, ellerin acımasız ellerine düşürme güzel ülkemi’’





Sevgiyle kalın.

Geziyorum... Göcek...




                         http://blog.milliyet.com.tr/geziyorum-gocek/Blog/?BlogNo=508381




Mavi, mavi, masmaviydi deniz. Yer yer turkuaza dönse de rengi, berraklığı anlatılmaya değerdi.
O enginlik, o temizlik, pırıl pırıl Güneşin ışıklarının yansıdığı sular, hani derler ya buzzzzzzz gibiydi. Sıcaklık açısından değil ama temizlik yönünden… Akvaryum’da yüzdüğünüzü hissediyorsunuz. Balıklar raks ederken yanı başınızda.



Göcek kıyısından tekne ile yola çıktığımızda; bu kadar güzel koylarla karşılaşacağımı düşünmemiştim açıkçası.
Tarifi imkânsız, anlatılması zor ve görülesi, yaşanılası bir görsel şölendi, Göcek koyları.
Adını, yöre halkının göç zamanı, ‘’Hadi göçek’’ demelerinden aldığı rivayet edilirmiş, Göcek’in. Muğla’nın Fethiye ilçesine bağlı ve yeni çıkan yerel yönetimler yasası uyarınca da mahalle olarak adlandırılan bir cennet.


Gerçi Muğla, denizden uzak bir alanda kurulmuş olmasına karşın birçok ilçesi ve yöresi, deniz kıyında ve her biri cennet köşesi. Gezdikçe, doğa harikası yerlere bakmaya doyamıyor insan.
Oldukça geniş bir alana sahip olan Göcek Körfezinde irili ufaklı birçok ada ve adacık mevcut. Adalara sadece deniz yolu ile ulaşmak mümkün ve bazı koylara da kara yolu ulaşmak zor. Bu nedenle de Göcek Körfezinde yat turizmi çok gelişmiş. Günü birlik turlar da hayli fazla. Yani Göcek Körfezinde deniz trafiği hayli yoğun.


‘’Özel Çevre Koruma’’ kapsamında olan Göcek koylarında, gün boyu gezdik ve denizin enginliği ile kucaklaştık.
Zeytinli adası, Yassıca ada, Sarsala, Boynuzbükü, Akbükü, Kargılı, Domuz adası, Kurşunlu, kapı Koyu, Yavansu, Martı koyu gibi koyların kimine gittik, kiminin yanı başından geçtik. Gezimiz esnasında, Göcek koylarını mesken tutan sayısız gulete, motor yat ve de yelkenlilere rastladık.


Bir diğer adı Kleopatra koyu diye de anılan Hamam Koyundan da bahsetmek istiyorum sizlere.
Güzelliğine ve zevkine ne kadar da düşkünmüş şu Kleopatra!

Anadolu’nun en güzel yerlerine, koylarını keşfetmiş, keşfetmekle kalmamış da bir de iz bırakmış.
Hamam koyunda, şu an denizin derinliklerinde olan ve Kleopatra’yı düşmanlarından korumak için inşa edildiği söylenen duvar ve batık bir şehir bulunmakta. Devasa karaçam ormanlarının sarıp sarmaladığı koyun deniz kıyısında da denizin içinde kaynak suların kaynadığı ve halen banyo kısımları, özel odalarının da yıkıntılarının olduğu hatta göbek taşının bile var olduğu hamam bulunmakta. Hamamın kalıntıları içinde kulaç attık, serin sularla sımsıcacık suların buluştuğu hamamda, geçmişte yaşananları hayal ettik.

Keşke dedim içimden, keşke restore edilse!
Sonra aniden vaz geçtim. O bakirlik kaybolmasın. Varsın harabe olarak kalsın. 3-5 kişinin para kazanma hırsına mağlup olmasın!

Tam da bunları düşünürken ve yazı taslağını hazırlarken! Yöre halkı ve Çevrecilerin itiraz, yoğun önleme çabaları sonucunda, Göcek Koylarının işletmeye açılma ihalelerinin, mahkeme kararı ile iptal edilmesine seviniyordum, derken!
Göcek koylarının işletmeye açılabilmesi için yeniden ihale açıldığını ve ihalenin 16-17 Eylül’de olduğunu öğrendim.  Yargı, dilerim kararının ardında durur da bu cennet köşeleri, bu berraklığı, bu eşsiz güzellikleri, birkaç kuruş uğruna heder etmeyiz!

Hani Sezen Aksu’nun bir şarkısı var ya!
‘’Kalbim Ege’de Kaldı.’’
İşte aynen öyle… Kalbim, ülkemin birbirinden eşsiz güzellikteki cennet köşelerinde kaldı.
Yolunuz düşerse o diyarlara, sakın Göcek’de tekne turu yapmadan, o güzelim koyları görmeden dönmeyin derim. Göreceksiniz ki anlatımlarım az bile kalmış…
Sevgiyle…


Ay Şen



31 Temmuz 2015 Cuma

Geziyorum... Dalyan, İztuzu... Ve... Carettalar




Gecenin bir vakti çıktık yola… Yol uzun. Programda cennet köşeler var, sıra sıra.
Mazisi 5400 yıl öncesine dayanan, birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Dalyan’dayız.
Bayram sabahı daha bayram namazı bile kılınmadan, fırınını çeşit çeşit mamullerle donatan fırıncı bile şaştı halimize. Pür neşe ile tüm boyozların dibine ektik darı. Simitler, çeşitli ekmekler torbalarla taşındı otobüse.
Sabahın ilk ışıkları pırıltılarla yayılırken denizin enginliğine, soluğu aldık bizi bekleyen teknede.
Dalyan, Köyceğiz Gölü’nün, Akdeniz’le birleştiği ana kanal üzerinde bulunan; denizin ve tatlı hatta sıcak su kaynaklarının birbirine karıştığı kanallardan ve de en önemli kumsalı İztuzu olmak üzere birçok kumsal ve plajdan oluşan turistik bir belde. Ana yoldan 12 m. İçerde olması nedeni ile de diğer yerlere nazaran biraz daha bakir kalmış bir yer.


-‘’İmamın kayığına bindi’’ sözü nereden geliyor, bilir misiniz? Dedi, kaptan. Bir eli dümende…
- Yok, bilmiyoruz…! Dedik hep bir ağızdan.

‘’Bizim Dalyan’da mezarlık yoktur. Daha önce Dalyan halkının bir kısmının yaşadığı bir kumsal vardı. Kaya mezarlarının alt kısmında ki Çandır…Şimdiler de pek yaşayan kalmadı orada. Sadece birkaç tane eskimiş bungalov. İşte bizim mezarlığımız oradadır. Dalyan’da biri hakkın rahmetine kavuştuğunda;  İmam, rahmetli ve yakınları bir teknede, cemaat de başka teknelerde, mezarlığa doğru yol alırız hep birlikte. İşte ‘’İmamın kayığına bindi’’ sözü bizim buradan çıkmıştır’’ dedi… Eh bilmiyorduk, öğrendik. Bilgi dağarcımıza bir şey daha ekledik…


Dalyan’daki sazlıkların arasındaki kanallarda yol alırken, tekneye bir ufak tekne yanaştı.  Mavi yengeç avcıları imiş gelenler. Mavi yengeçle yüz yüze gelip tanıştık. Pişirilip de sunuma hazırlanmadan önce ki pişince rengi turuncuya çalan bir kırmızı oluyor. Hemen birkaç poz fotoğrafını aldım, mavi rengi kaybolmadan! Üzeri dikenlerle kaplı, erkeği dişisinden daha heybetli olan Mavi Yengeç, Dalyan’nın sularında bolca bulunmakta ve de avlanmakta imiş. Piştikten sonra da lezzeti bir harika idi. Yolunuz Dalyan’a düşerse, sakın Mavi Yengeç’in o eşsiz tadını tatmadan dönmeyin derim.

Sabahın seherinde başladığımız yolculuk, birçok koyu kapsayarak devam etti. Tekneden suya dalmanın o dayanılmaz cazibesini her mola verdiğimiz koyda yaşadık doya doya.


İztuzu plajına geldiğimizde bir yanda denizin engin maviliğinde, bir yanda da sıcak su kaynaklarının denize karıştığı ılıman sularda yüzdük. O kadar uğraşmamıza ve denizdeki hareketleri pür dikkat takip etmemize karşın, ne yazık ki caretta carettaları göremedik.  Kocaman deniz kaplumbağaları olan carettalar Ağustos sonlarına doğru ortalığa çıkmaya başlarlarmış. Dünya’da nesilleri tükenmeye yüz tutmuş olan bu canlılar, yaşama tutunmak için son nokta olarak İztuzu kumsalını mesken tutmuşlar. Ve… Bu plaj koruma altına alınmış, carettalar tükenmesin, üresinler diye. Geçmiş aylarda burada yapılmak istenilen inşaatlar da, yöre halkının ve çevrecilerin yoğun çabaları ile şimdilik engellenmiş.

Carettalarla bu kadar yakın olunca, onlar hakkındaki bilgileri de derlemeden duramadım açıkçası. Carettaların yumurtlama zamanları genellikle Mayıs ayı olup, dişiler içgüdüsel olarak,60 gün süren kuluçka döneminin ardından, yavrular dolunay zamanı çıkacak şekilde yumurtlarlar ve bir seferde 80 ila 100 civarında yumurta yapan dişiler yumurtalarını kumsaldaki kumların arasına saklarlarmış.  Yumurtlama saatler sürer ve bu zorlu süreç içinde anne kaplumbağa gözyaşı dökermiş.
Anne ya… İster hayvan olsun, ister insan! Anneler yavruları için hep gözyaşı dökerler. Hem de anneliğin her aşamasında. Tıpkı bugün içleri yanan nice analarımız gibi!

Yumurtadan çıkan yavrular,  bir süre kumda kaldıktan sonra, dolunay ışığında denize doğru yol alırlarmış. İlginçtir ki carettalar, doğdukları yere tekrar gelir ve yumurta bırakırlarmış. Carettaların en büyük besin kaynağı da mavi yengeçlermiş.

Dalyan’da ayrıca Kaunos Antik Kenti ve bu kenti süsleyen kaya mezarları mevcut. Yağmacılar yüzünden Kaunos Antik kentine ve Kaya Mezarlarına gitmek yasaklanmış! Her ne kadar antik kentin etrafı surlarla çevrili olmasına rağmen, bizim gözü açık hazine avcıları, surları ve Kaya Mezarlarını tahrip etmekten sakınmamışlar! Dünya’da eşi bulunmayan ve kayaların içerisine oyularak yapılmış olan bu kral mezarlarına, ölenler tüm sahip oldukları varlıkları ile gömüldükleri için de ne yazık ki yağmalanmaktan kurtarılamamış ve Kaya Mezarlarını görmek için yakınına gitmek yasak! Sadece tekne ile gezdiğiniz zaman uzaktan görüp fotoğraflayabiliyorsunuz.


En son durağımız çamur banyoları idi. Kükürt, klorür, sodyum, hidrojen sülfür içeren ve 39 santigrat derecede olan çamurun, cildi gerdiği ve gençleştirdiği söylenmekte. Anı zamanda kadın hastalıklarına, romatizma ve siyatik gibi rahatsızlıklara da iyi geldiği ve şifa verdiği söylenen çamur banyolarında da, eni  konu çamura bulanıp, fotoğraf çektiğimiz ve sonra şifalı sularda yıkandığımız çamur banyosu da usumuzda güzel bir anı olarak yer etti.

Dalyan’ı, carettaları, mavi yengeçleri, o güzelim koyları ardımızda bırakarak, Dalyan limanına neş’e ile yanaşıp, yeni ufuklara yelken açmak için yol aldık…

Bir sonraki yazımda Köyceğiz’i anlatacağım sizlere.
Neden Köyceğiz demişler?

Sevgiyle kalın, hiç ama hiç üzüntü yaşamadan… Kıyınızdan teğet bile geçmesin, dileklerimle…

Ay Şen













8 Temmuz 2015 Çarşamba

Geziyorum... Eski Foça, Atatürk Adası, Siren Kayalıkları



http://blog.milliyet.com.tr/geziyorum-eski-foca--ataturk-adasi--siren-kayaliklari/Blog/?BlogNo=504447



Karataş’a mı bastım acaba?
O gün bu gündür aklım kaldı Eski Foça’da!
Eski Foça, nam-ı diğer esas Foça…

Tarihin babası Herodot, Truva savaşlarını yazmak için geldiği Anadolu’da, Foça’yı görüp tanıyınca.

‘’Onlar kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular.’’ Demiş.

Gerçekten de öyle imiş. Foça’yı görüp, gezince, havasını soluduğumda Herodot’a hak verdim.  Gökyüzünün en mavi olduğu, yaklaşık 3 bin yıldır balıkçılığın merkezi olan Foça’ya bu güne değin neden hiç gelmediğime, hayıflandım durdum.

İZDOT’a ve başkanımız Murat Geçer’e minnet borçluyum, bunu söylemeden de geçemeyeceğim ki bu güne değin neler neler kaçırmış olduğumu gezip gördükçe fark ediyorum.

Zararın neresinden dönersen kârmış. Geç de olsa!

Heyamola…

Denizin engin maviliğinde, ver elini Foça’nın koylarına…

Bir Karataş varmış Foça’da.

Efsane bu ya!

Nerede olduğunu kimse bilmezmiş! Ya denizin derinliklerinde,  ya da Arnavut kaldırım taşlarıyla döşeli sokaklarında. O Karataş’a basan bir kişi bir daha kopamazmış Foça’dan. Gitse de, dönüp oraya yerleşme duygusu ile yanıp tutuşurmuş.

Hani hani biz yaşlardakilerin, hep bir ütopyası vardır. ‘’Şehirlerin kalabalıklığından elini eteğini çekip, sakin ve huzurlu bir yere yerleşmek ve de sakin, dingin yaşamaktır ya!’’

Kimimiz bu hayalini gerçekleştirir. Kimimizin ki sadece hayalde kalır. Dileklerinde yaşatır. Hayal kurduğun sürece varsındır ya…

Foça’ya ayak bastığımız andan beridir, aklım o güzelim Arnavut kaldırımlarında, sakin sokaklarında, balıkçı teknelerini barındırdığı koynunda, büyülü havasında kaldı.

Kim bilir?
Belki!

Foça’dan tekne ile açıldıkça, eşsiz güzellikte irili ufaklı yemyeşil adacıklar karşılıyor sizi.

Hele denizin mucize bir şekilde, şekil verdiği Atatürk Adası’nı görünce nutkunuz tutuluyor. Bazı kendini bilmezler, silmeye çalışsalar da izlerini! Doğa bile imza atmış kendince, Atatürk’ün ölümsüzlüğüne…

Akdeniz Foklarının yaşadığı ve şu an koruma altında olan Siren Kayalıkları ise anlatılamaz. Görmek gerek. Dantel dantel işlenmiş kayalıkların etrafında ve mağaralarda yaşayan fokları göremedik ama martılar yarenlik yaptılar bize yol boyunca.

Adını Mitolojiden alan Siren Kayalıklarında; mitolojik devirlerde başları kadın, bedenleri kuş şeklinde varlıklar yaşarlarmış. Efsane çok. Anlatılanlar çok. Siren Kayalıklarının yakınlarından geçmekte olan gemiciler, bu varlıklardan gelen büyülü müziğin ve seslerinin cazibesine ve de tılsımına kapılır ve gemileri Siren Kayalıklarına vururlarmış.

Homeros, İlyada Destan’ında bir tek ‘’Odyssues’un gemicilerin kulaklarını balmumu ile tıkayarak sağ salim geçtiğini’’anlatır, Siren Kayalıklarının yanından.

Efsaneler güzel... Şehirler efsanelerle yaşarlar...

Neyse ki bizim teknenin kaptanı, uzaktan uzağa seyir eyledi de, soluğu Siren Kayalıklarında alıp da ömrümüzün son demlerini orada geçirmekten kurtardık!

Oralarda yaşamak da fena olmazdı hani.

Foça’nın pırıl pırıl berrak sularında seyir eğlerken, kâh güzellikleri yaşadık gönlümüzce. Kâh serin sularda maviliğin enginlerine daldık.

Yeni cennetlerin güzelliklerinde buluşmak dileklerimle…

Sevgiyle kalın…

Ay Şen