17 Nisan 2017 Pazartesi

Kayıp Aranıyor!



Tüm ışıklar söndü, aydınlık yerini kara kapkara bir karanlığa bıraktı birdenbire. Karanlığın koynunda buldu kendini dalga dalga. Uçsuz bucaksız, sonu belirsiz bir dehliz. Elinde solgun ve ölgün ışığı titrek bir mumla yürümeye çabaladı, kâh sendeleyerek, kâh tökezleyerek. Sesler yankılanıyordu, dehlizin derinliklerinden.  Akis yapıyordu duvarlara.
‘’Ben hiç değer vermedim ki ona ömrümce!’’ diyordu adam.
‘’Ya bana?’’
‘’Koyarım kavunu, peyniri, rakıyı masaya! İçtikçe içerim, içtikçe eziyet ederim, bini bir para! Sen başka!’’
İnanamadı duyduklarına! Bunca yıl, bunca emek, nafile çaba, boşuna!
Başı döndü, gözleri karardı, sendeledi daha bir fazla. Dehlizin duvarları o karanlıkta üstüne üstüne geldi.
Yıkıldı!
Ellerini yumruk yaptı bilinçsizce, gayri ihtiyari. Tırnaklarının battığı avuç içlerinden kan sızıyordu. Çöktü olduğu yere. Gözlerinden akan yaşlar, yol yol olmuş dereler misali.
Yollar uzun, yollar zor, yollar acıtıcı!
Yıkık dökük bir harabenin duvar dibinde vakitsiz açan bembeyaz bir çiçek gibi boynu bükük, daha da büküldü.
Koparılmıştı!

&&&

Bembeyaz gelinliğinin içinde bir kuğu gibi süzülürken, duvağını aralayan babası, yine o babacan ve sevecen tavrıyla, bir kez daha sarıldı sımsıkı, alnından öptü ve kulağına fısıldadı yavaşça, kimseye duyurmadan.
‘’ Henüz her şey bitmedi yavrum, daha vaktin var. Adım adım mutsuzluk yoluna gidiyorsun! İyi düşün taşın. Başımın üstünde yerin var. Senin için Dünya’yı durdururum ben. Yeter ki vazgeçtim de!’’

Dönülmez sandığı bir yola çıkmıştı. Gençlik ateşi, toyluk ya da acemilik mi demeliydi adına. Belki zorluğa, belki çileler dolu yeni bir hayata, belki de mutsuzluğa!

Olmasaydı aşk
Olmasaydı sevda
Kanamasaydı yürekler
Kalmasaydı hayaller düşlerde!
Bir ince sızı kaplar içimi
______________inceden inceye
Sessiz kal içeri girdiğinde
______________ ortalık darmaduman
Kırık dökük tüm duygular
______________ darmadağın
Bir tek umut kalmış sağlam
______________ kıyıda köşede
Ne olur onu'da sen kırma!


&&&

Savuramadı o başındaki duvağı yerden yere!
Oysa savurmalıydı, daha başında!
‘’Annen, baban yok artık! Ailen yok! Esirimsin benim bundan sonra! Ben ne dersem o!’’ dediğinde nikâhın ilk dakikalarında ‘’Kocam’’ diyeceği adam!
Ağlamaklı gözlerinde solan ışık, yıllarca kaldı fotoğraflarda…

&&&

Sahil kıyısında, bir balıkçı lokantası. Masada çeşit çeşit meze. Kavun, peynir ve rakı! Izgaradan yeni çıkmış, dumanı tüten balıkların buharı vururken, adamla kadının fütursuzca gülümseyen yüzlerine!
‘’Ben hiç değer vermedim ki ona ömrümce!’’
‘’Ya bana?’’
‘’Sen başka!’’
Bazı insanlar, bazı insanların mezesi olur hayatları boyunca değse de değmese de! İstese de istemese de!
Sen hiç yaşadın mı, kalabalıklar içinde yapayalnız, kimsesiz?
Sen hiç yaşadın mı, kapkaranlık dehlizlerde çaresiz?

&&&

Gözü pencerenin önündeki çiçeği kurumuş saksıya, gagalarındaki çer çöple yuva kurmaya çalışan kumrulara takıldı, yeni hastasının randevu saatini beklerken.
Annesinin hayali belirdi aniden gözlerinin önünde. Pamuk saçlarını örten, bembeyaz örtüsü başında. Gözlerinde derin bir anlam, sözlerinde bakışlarından da anlamlı ifadeler.
‘’Ey oğul, hayatın zorluklarını atlatmaya çalışırken, sahip olduğun kadına sahip çık ömrünce. Değer ver. Sevginin ve aşkın kutsallığını yüreğinin içine yerleştir, yaşa ve yaşat. Kumrular gibi muhabbetle sürdür birlikteliğini.
Unutma!
Kumrular, ölesiye bağlıdır eşlerine. Biri yitip gittiğinde, diğeri bir daha bir başka kuşla eşleşmez asla.’’ Değil ki beraberken! Asla oğul asla…

Kapının çalınması ile sıyrıldı düşündüklerinden. Bir kadın girdi içeri. Temiz, bakımlı, özenli bir o kadar da yıkık, bedbin ve bezgin bir halde. Belli ki örselenmişti. Ay’ın gülen yüzüydü de artık yüzünde ne gülücük ne de gülecek mecal kalmıştı. Sanki 10 şiddetinde bir depremde yıkılan koskoca bir binanın enkazından güç bela kurtarılmış bir hali vardı. Ağlamaktan feri kaçmış gözlerinin altında halka halka morluklar.

Kadın doktorun yer gösterdiği sandalyenin ucuna ilişti, tedirgin.
-Sizi dinliyorum.
Tane tane dökülürken dudaklarından kelimeler, gitgide boğazında düğümlenen hıçkırıkların körlüğünde boğulmaya başladılar birer birer.
-       İyi niyetli olmak suçsa doktor evet suçluyum ben! İnanmaksa söylenen her bir yalana dolana, hata ise hatalıyım ben!
-       Hayat bir kurguysa eğer, bizler de bu kurguda birer piyon! Şah mat doktor, şah mat!

Kadın anlattıkça ağladı. Ağladıkça anlattı. Kışın İzmir’in şirin bir ilçesinde, yazları ise güvercinleri ile simgelenen kuşlar adasında yaşıyordu. O evi almak için ne emekler dökmüş, o çok sevdiği saçlarını bile yitirmişti uzun süre! Deniz yoldaşı, deniz sırdaşı, deniz dert ortağı olmuştu yıllar boyu. Dertlerini dökmüştü köpük köpük dalgalara, haykırışları martıların çığlıklarına karışmıştı çoğu kez.

Sezer kadın yaşatılanları, sezer sırtına saplanan hançeri kadınsal duygularıyla ama o hançeri kocasıyla birlikte saplamaktan çekinmeyen kadını bulamaz yıllarca, tüm aramalarına karşın. Hiç yılmaz, bıkmaz, usanmaz. Elbet bir gün…!!!

‘’Eş oldu geceler yalnızlığıma, yıldızları topladım tek tek her gece gökyüzünden. Yanıp sönen kırpık kırpık ışıklarıyla eşlik ederlerdi geceleri bana elimde çiçekler, tan teri ağarıncaya değin.Çiçekler, siparişler, emekler, hiç bitmeyen çileler. Kavun, peynir ve rakı ile gelen tarifsiz eziyetler!

Tanrı’nın yüce Haşmetinden nasibini almamış, korkusu olmayan vicdansızların Dünya’sı bu Dünya! Bana göre değil!
Ben, benliğimi kaybettim doktor! Ümidimi kaybettim. Yaşam sevincimi, umutlarımı!’’

Hiç sözünü kesmedi kadının. Konunun ana temeli belliydi.  Kadını dinlerken, bin bir düşünceye gark oldu aynı anda. Kadına nasıl yardımcı olabileceğini, bu travmadan nasıl kurtarabileceğini düşünüyordu. Birkaç seansla bu yıkıklığı onaramayacağını algıladı ya da yazacağı ilaçlarla.
‘’Geçmişi sil, geleceği planlama, anı yaşa’’ diyemezdi ki kadına. Klasikleşmiş, klişeleşmiş, beylik sözlerle.
Kadının, geçmiş, gelecek ya da an kavramı yoktu o esnada. Yaşamaktaydı zamansız bir boyutta. Yüreğinin iç paramparça, doluydu can kırıklarıyla.

-Kelimeleriniz, anlatımlarınız derin anlamlar içeriyor. Yazmayı düşündünüz mü hiç? Diye sordu doktor.
-Zaman zaman yazıyorum.
- Bir daha ki randevuya gelişinizde, hissettiklerinizi, düşüncelerinizi, kırgınlıklarınızı yazın. Yazın ki birlikte irdeleyelim. Her insanın içinde sönmeyen bir umut ışığı vardır. Birlikte o ışığa ulaşabiliriz belki de ama elbette sizin gayretinizle…

Doktorla yaptığı hazin ve unutamadığı, hatırladıkça halen yaralarının sızladığı o konuşmanın ardından aylar geçti, yıllar bitti. Tavsiyesine uydu doktorun. Yazdı, yazdı, yazdı…
Güçlüydü…
Azimli ve de kararlı.
İki eliyle kavradığı o melun hançeri çıkardı sırtından. Hani o ihanetin simgesi hançeri.
Sildi gözyaşlarını. Yüreğinde kanayan yaralarına tuz bastı.

&&&

Gün batıyordu yine, Güneş tüm kızıllığını yansıtmıştı denizin üzerine. Bir geçmişe baktı, bir de geleceğine.
Gazap üzümlerinin tadı burulur yıllar geçtikçe daha da bir burulur, içenlerin ağzında acı, yüreklerinde azap olur.
Saman altından yürütülen su, gizli kalamaz ki akar akar da yolunu bulur.
Bazı insanlar vardır, kiminle dans ettiklerini farkına varamaz, oyun halen devam ediyor sanır.
Umulmadık zamanda, ummadık taş, yarar başlarını da şaşar kalırlar. Yaldız yaldız dökülür maskeler yüzlerden. Rüzgâr haşmetli esintisiyle, karşı konulamaz bir halde eser de estikçe içilen gazabın şarabı azap tadında daha da bir sarhoş eder.
Geceler ah geceler, kara, kapkara zifir geceler… Bitimsiz!
Artık, Güneş’in denize kavuşmasını, içine sindire sindire seyreder.
İLAHİ ADALET, er geç tecelli eder!

Ay Şen