30 Temmuz 2012 Pazartesi

Son ümidi de uğurladım


Yıpranmış gardaki bütün vagonlar
Birbiri ardına sıralanmışlar
Yaşanmışlıklar, yaşanamamışlıklar
Eskimiş gitmiş O gülen bakışlar
Fersiz!
Ümitsiz!
Belki de kimsesiz!
Belli ki çaresiz!
Belki son seferdi bu!
Belkilere sığınmış bir gönül yarası bu!
Belki de yitirilen son kırıntıları umudun!
Eski bir tahta bavul
Kapağı kırık!
İçinde yazılmış günlükler, yazılamamış sevgiler
Soğumuş yürekler
Bir de bir kaç tane bez parçası
İplikleri sökülmüş hayatın yansıması!



Vagonun penceresinden bakarken bana
Süzüldü bir damla yaş usulca
Pek içli bakışları vardı da
''Ağlama!!!''
''Sakın ağlama!'' Dedim.

''Kırılıp döküldün
''O'' yıkık harebelerin arasında
Yaşam savaşı veren
Rengarenk çiçeğimden ne istedin?''

''Sen değil miydin?
Kucak kucak gönlüme dökülen...
Sen değil miydin?
Sevda bahçelerinde zamansız gezdiren...
Sen değil miydin?
Çoşkuyla gelen, gelip de ansızın yiten
Sen değil miydin?
Sonra günlerce yol gözleten!
Sen değil miydin?
Tek bir heceye günlerce hasret bekleten!''

Topladım tüm can kırıklarımı,
Gömdüm eşsiz büyüklükteki sevdamı!
Başımda eser seherin deli yelleri
Yüreğimde çözemediğim bir yığın çelişki
Takaatim bitti!

Uğurladım...


Ayşen A.K.
Kim bilir ne zaman?






24 Temmuz 2012 Salı

Yine!!!




Her çalındığında kapım, koşuyorum sen diye!
Ya da telefonun zilinde
Yüreğim elimde

Postacıya bile bahşiş verdim
O günden beri gelmedi geriye

Mahzun gözlerim
Ağlamaklı!

Her gün ‘’O’’ sokağın başında
Bekliyorum belki, belki gelirsin diye…

Dün gece sahile gittim yine!
Durdum baktım…
Saatlerce kaybolduğumuz enginlere
Omzuna yaslandığım anların, anılarıyla avundum yine…
Belki de sen vardın ‘’O’’ kıpırtısız teknede
Seni sordum batan Güneş’e

Ürperdim

İrkildim

Bir el tuttu kolumu!
Usulca sarıldı
Kapladı tüm benliğimi yine…

Teselli etti!

‘’SEN’’ dedi!
‘’Sen, zaten benimle değil miydin yıllardır?
Kalabalıkların içerisinde
Çaresiz
Kimliksiz
Kadersiz yüreğinle!
Ne değişti ki?
Ne bekledin ki?
Bak Yar’ınım, Yâren’inim ben yine!
Yalnızlığım! Deyip geçme!
Asla terk etmem seni
Sen istesen de, istemesen de’’

Ben
 Yine!!!
Çaresizim
Yine sensiz
‘’Yalnızlığım’’ Değişmez kaderim!
İstesen de, istemesen de!!!


Ayşen Arslangiray Kura
25 Temmuzda/İzmir’den

17 Temmuz 2012 Salı

İzmir'in gönüllerde yaşayan tarih abidesi; KIZLARAĞASI HANI

http://blog.milliyet.com.tr/izmir-in-gonullerde-yasayan-tarih-abidesi--kizlaragasi-hani/Blog/?BlogNo=371004


Kocaman adam, devasa gövdesinin yanında; minicik bir serçe gibi titreyen küçücük çocuğun elinden sımsıkı kavramıştı. Çocuğun gözyaşları kara derisinin üzerinde, yol yol iz bırakmıştı. Korkak ve ürkek bakışları moraran gözaltlarında batmıştı sanki batan gün gibi. Soluk ve fersiz.

O, karanlık ve izbe, nasıl bir yer olduğu meçhul hangarda yaşadıkları! Çektiği tarifsiz acılar… Korsan gemisinden indirildikten sonra sürüklenerek götürüldüğü ‘’O’’ yer! Ne kadar kaldı? Kaç gün geçti? O minik bedeni o işkence misali işlemlere nasıl tahammül etti? Zaman kavramını yitirmişti! Yalnız yitirilen zaman mıydı? Günler belki de haftalar sonra ateşler içinde yanan küçük çocuk biraz iyileşmiş ve ayağa kalkmıştı da hayatının belli ki en önemli kesitini ardında bırakmıştı. Acımasız ellerin ellerinde; yitip giden erkekliğini de…

Oysa daha çok küçüktü. Ama küçük olması adamların işine gelmişti. Çabuk toparlar demişlerdi. Gerçekten hızla iyileşiyordu da yaralanan ruhu, ya yaralanan ruhu. İşte o nasıl iyileşirdi bilinmez!

Annesinin onu gemideki korsanlara teslim edişi geldi gözünün önüne. Kıvırcık siyah saçlarını parmak uçları ile tel tel taramış,’’ Oğlum git bak, bundan sonra daha iyi bir hayat bekliyor seni. Açlık ve sefalet çekmekten kurtulacaksın. ‘’ Demişti. Ne bilsindi ki? Kadın çocuğunun ıstırap dolu günlere, çekilecek çilelere saldığını. Ne bilirdi ki?

Sarayın avlusundan birlikte girdiler. Gözlerine inanamadı. Ne büyük bir yerdi burası. Yanındaki adam, kapıdan Yaprak Ali Ağa’ya teslim etti onu. Sarayın Harem bölümüne erkek sinek bile giremezdi ya!!! Küçük Beşir artık Yaprak Ali Ağa’nın çırağı olarak sarayda yaşayacak ve eğitilecekti ve nitekim e böyle oldu.

Yıllar yılları kovaladı, küçük Beşir delikanlı oldu. Padişah III. Ahmet’in hizmetinde bulundu uzun süre hatta Hazinedarı bile oldu da nedendir bilinmez, Kızlarağası Süleyman Ağa ile birlikte Kıbrıs’ta yaşamaya mecbur edildi. Sonra Mısır ve Hicaz… Bu arada da Hacı oldu Beşir Ağa…

1717 yılında affedilerek saraya geri çağırıldı ve Kızlarağası olarak atandı. Uzun yıllar boyu hatta I. Mahmut’un ilk dönemleri de olmak üzere Kızlarağası olarak 30 yıl görev yaptı sarayda.

Hacı Beşir Ağa kendini hayır ve vakıf işlerine adadı bu geçen yıllar boyunca, sayısız cami, medrese, külliye ve çeşmeler yaptırdı hayrına amma ‘’O’’ melun yerde yaşadıklarını ve yitirdiklerini hiç unutmadı ömrü boyunca…

İstanbul’da yaptırdığı sayısız eserden sonra, 1744 yılında İzmir’de Kızlarağası Hanını yaptırdı. Büyük Vezir Han’dan esinlenerek yaptırılan Kızlarağası Han; Şu an Türkiye’de ayakta kalan 10 handan biridir.

1)Çengel han(ADANA) ,2) Kızlarağası Han(İZMİR),3) Taş Han(İST.)4)Rüstem Paşa Hanı(ERZURUM),5) Taş Han(TOKAT), 6)Vezir Han(KAYSERİ),7)Zincirli Han(İST.)8)Alara han(ALANYA),9)Velipaşa Han(ÇORUM) ,10)Hekim Han(MALATYA)

Osmanlı hanları arasında en özgün özelliklere sahip hanlardan biridir Kızlarağası Han. Bir zamanlar deniz kıyısına inşa edilmiş olmasına karşın, zamanla denizin dolması ve jeolojik hareketlerden dolayı şu an 200 metre kadar denizden uzak durumdadır. Osmanlı mimarisinin günümüze yansıyan seçkin örneklerinden biridir.2 katlı olup, 4000 metre kare dikdörtgen alanı kaplayan ve 1. Katında 600 metre kare avluya sahiptir. Güney kısmında CEVAHİR Bedesteni,  kuzey kısmında; BAKIR ve ÇUHA Bedestenleri ve bedesten kapıları mevcuttur. Üst katında ise 73 adet oda bulunmaktadır. Zamanında; bu odalar ahşap tabanlı, ocaklı, nişli olarak inşa edilmiş ve içlerinde yer döşeği, lazımlık, kandil ve tütün lülesi ile döşenmiştir.  Han 1778 yılından 19.yüzyılın son çeyreğine değin, ticari kapasitesinin en yüksek kullanım dönemine sahip olmuş ise de daha sonraki yıllarda deprem ve bakımsızlıktan kaderine terk edilmiş bir halde iken, 1993 yılında restorasyonla yeniden eski ihtişamına kavuşmuştur. Halen Kızlarağası Hanı, İzmir’in gönlünde, bir tarih abidesi olarak yaşamaktadır. Yıllar önce konaklamak için kullanılan odalar şu an birçok ticarethaneye ev sahipliği yapmaktadır.

Girişte; yıllar önce kervanların konakladığı avluda ve hanın birçok yerinde İzmir’in meşhur FİNCANDA KAHVE’sinin sunumunun yapıldığı yerler bulunmaktadır. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ziyaretine mazhar olan hanın, her bir yakası buram buram tarih kokmakta ve ziyaretçilerine mistik bir hava yaşatmaktadır. 

Büyük ihtimalle Hacı Beşir Ağa’da miras bıraktığı diğer eserler gibi, bu muhteşem eserle de gurur duymaktadır.  Yaşadığı her acıya rağmen!!!!

ŞİMDİ!

Tatil zamanı… Mutlaka EGE’ye yolunuz düşecektir bir vesile ile… Hele İzmir’e uğrar iseniz… Kızlarağası hanı gezmeden, bir fincan kahvemizi içmeden geçmeyin derim.

Bir fincan kahve olsam, kırk yıl hatırım var mı? Demiş şair…

Sevgilerimle…


Ayşen Arslangiray Kura
17 Temmuzda/ İzmir’den

8 Temmuz 2012 Pazar

Sözcükler!!!


Görsel internetten alıntıdır...

Mini minicikler, boylarına bakmadan kendilerinden, büyük anlamları yüklenmişler, paha da ağır…
Sevinç dalgası gibiler bazen
Bazen de hüzün; dağları bekler…
Vedalara mahkûm, ayrılıkların küstüm çiçekleri sözcükler…
Bir bir cümlelere zincirlenen,
Satır aralarına usulca gizlenen,
Mucip muzip gülümseyen,
Gören gözlerce sezinlenen,
Şifreli, kilitli anahtarsız sözcükler…

Dil yâresi,
Gönül paresi,
Söyleyenin sesi,
Aşk masalının vurucu hançeri,
Yalın, duru, riyasız, kalbin çilekeşi sözcükler…

Hain sözcükler…
Koca bir ömrü tüketirler…
Boğum boğum boğulan, düğüm düğüm, çözülemeyen,
Gözü kara, kırık dökük sözcükler…
Yılgın yüreğin, yorgun tezahürü
Vurgun yemiş sözcükler…
Ateş böceği gibi ateşe koşan,
Ateşlerde yandıkça, alev alev tutuşan yangın sözcükler…
Kavrulan, kavruldukça küllerini savuran,
Maskelerin ardına sığınan, biçare sözcükler…

Hülyalara daldıran,
Çölde serap sandıran,
Hayata bağlarken, tepe taklak dibe atan,
Ölüme kucak aralayan firari sözcükler…
Dağların doruklarında kelebek,
Ömrü kısacık kadersiz sözcükler…
Rengârenk balonlar gibi uçuşup, ufukta kaybolan yitik sözcükler…

Âşık atışması,
Bir o yakadan, bir bu yakadan…
Yollar uzak, yollar yakın,
Uzakları yakın kılan uçuk sözcükler…
Okunan, okunamayan
Anlaşılan, anlaşılamayan
Anlatılan, anlatılamayan
Anlamlandırılan, anlamlandırılamayan,
Sevgiyi, yol üstünde yaya bırakan acımasız sözcükler…
Bilinen, bilinemeyen
Yüreği sonsuzluğa sürükleyen vefasız sözcükler…

İçimde volkan gibi coşan
Coştukça pınarlar gibi çağlayan,
Çığlıkların seli çılgın sözcükler…

Bitti derken, yeniden doğan
Bebek masumiyetindeki saf, günahsız sözcükler…

Farz edin ki kırgınım size!
Farz edin ki tutunamadım hiçbirinize!
Farz edin ki umut bağladım hepinize!
Farz edin ki ümidim, hem iyinizde hem kötünüzde!
Farz edin ki sevdam da tutkum idiniz!

Kırgın yüreğimin çaresi,
Tesellisi olacak güçte misiniz?
Yoksa!
Yoksa yine son umudum siz misiniz?
Sözcükler!!!
Söyleyin!!!
Neredesiniz?

Ayşen Arslangiray Kura
9 Temmuzda/ İzmir'den