26 Eylül 2015 Cumartesi

Ne olacak bu insanların hali? Ya bizim?



Yüzünde yalvaran bir ifade, acıyla karılmış! Gözbebeklerinde korkunun belki de türlü şekli, ifadesi iç acıtıcı! Acemice uzattığı eli, kaba, kirli hatta çatlamış yer yer derileri. 7 yaş civarındaydı ‘’O’’ kız çocuğu yanıma yaklaştığında. Türkçeyi yarım yamalak konuşuyordu.
Avucunun içine para sıkıştırıp, başımdan savmak yerine saçlarını okşamak geldi içimden. Kirden ve su görmediği her halinden belli olan, keçeleşmeye yüz tutmuş karmakarışık saçlarından okşamak. Yüzünü avuçlarımın içine alıp, gözlerindeki o korkuyu ya da içinde gitgide büyüyen acıyı silmek.
Bu bayram gününde, bir an çocuklarımın o çağları geldi gözümün önüne. Bir film şeridi gibi geçip gitti kareler. Ne kadar güzel, itinalı, özenli ve mutlu bir çocukluk devresi yaşamışlardı. Yeniden büyüdüm onlarla.
Ya benim ülkemde de savaş olsaydı o yıllarda! Ya bizlerde çoluk çocuk, evimizi barkımızı, yurdumuzu terk etmek zorunda kalsaydık! Aç susuz, yaban ellerde, elin bilmediğimiz yurtlarında çare arıyor olsaydık! Mucize kabilinden!
Bir çocuk gördüğümde ana yüreğimdeki tüm duygular ayağa kalkıp, alabildiğine soluksuz koşmaya başlıyorlar. Aklımda bin bir düşünce.
Reva mıydı ‘’O’’ kız çocuğuna ya da diğer çocuklara bu yaşantıya mahkûm olmak? Bir sıfır değil, belki de beş sıfır yenik başlamışlardı hayata.
‘’Hangi hayat, hangi güzellik’’ diye soruyor, sızlayan yüreğim!
Cadde üzerindeki insanların merhametine sığınarak, çaresizce ve acemice açtığı avuçlarını, sınırsız sevgi ile doldursan ne faide. Sevgi karın doyurmuyor ki!
Buz dağının görünen ucu sadece görsel medyada izleyip, yazılanları okuduklarımız.
Ya göremediklerimiz?
Ya bilemediklerimiz?
Yaşanan sefalet, rezillik!
Tecavüz, istismar!
Kâh Tem Otoyolunda, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı taban patlatan binler. Kâh Edirne’deki ya da diğer şehirlerdeki park ve bahçeleri mesken edinenler.
Umut ve hayallerinden başka bir şey yok ki ellerinde. Bir de tüm geçmişlerini, varlıklarını ümitle yükledikleri sırt çantaları!
Sahil kenarlarında binlerce mülteci, vicdansız umut tacirlerine ram olurlarken; yaşam savaşının belki de en zorunu veriyor durumdalar. Üç beş kişilik şişme botlarda, 40-50 kişi umuda yolculuğa diye ölümün kucağına koşuyorlar.
Ya biz?
Acımaktan başka ne geliyor elimizden?
Bir iki lokma yemek veya ellerine bir kaç kuruş tutuşturmaktan başka!
Ya biz?
Bayram seyran diye doldurmadık mı sahil kıyılarını? Turizm kalkınsın diyerekten, okulları erteleyip koşuşturmadık mı tatil beldelerine? Sevdiklerimizle, bayram adına kucaklaşmadık mı? Neşeyle yollara düşmedik mi?
Yaşanan her şeye rağmen!
Bildik mi bu cennet ülkenin kıymetini? Biliyor muyuz?
Suriyeli, Afgan veya Afrikalı mültecilerin hallerinden, çektikleri çilelerden ders aldık mı?
Almalıyız!
Sıkı sımsıkı sarılmalıyız birbirimize. Varlığımıza, bütünlüğümüze, birliğimize, bayrağımıza ve en önemlisi vatanımıza. Hem de dört elle...
Bizim için başka ÖZ VATAN yok ki!
Türkiye’den gayrı…
Çocukların masum gülüşleri solmasın dileklerimle.
Mutlu bayramlar herkese…
Nerede yaşıyor ve hayatı bayram tadında yaşatıyor iseniz sevdiklerinize ve çevrenizdekilere.
Sevgilerimle…