9 Aralık 2013 Pazartesi

Son kez





Yıkık dökük harabelerin arasında; hayata tutunmaya çalışan, titrek yapraklarıyla, Güneş ışığını arayan bir cılız papatya idi ''O''...

Son kez baktı gökyüzüne doğru. Artık dayanacak ne gücü kalmıştı, ne de takati.
 Yaprağının üstündeki çiğ damlasına, sessizce söylendi. ''Hadi git artık!'' 

-Hayır! Dedi çiğ damlası. ''Sen ki mücadeleden yılmadın bunca zaman. Yitip giden umutlarının son damlasıyım ben... Gitmeyeceğim.''

Papatya, eğik boynunu biraz daha eğdi...
''Güneş doğmuyor artık baksana.'' Dedi.

Düşen çiğ damlası mıydı toprağa? Yoksa yitirdiği son umudunun kırıntısı mıydı? Bilinmez...

Sabah, tan yeri ağarırken... Güneş, ilk ışıklarını salarken yeryüzüne, çoktan yitip gitmişti papatya sessizce.

Güneş doğmasına doğmuştu ama nafile...

Ay Şen



3 Aralık 2013 Salı

İstanbul'un incisi... Kız Kulesi
















http://blog.milliyet.com.tr/istanbul-un-incisi-kiz-kulesi/Blog/?BlogNo=438953
İstanbul’un incisi… Kız Kulesi…

Harem’den, Üsküdar sahiline doğru alırken yol, boğazın derin sularının kıyında, kıyıya 200 metre kadar uzaklıkta; minicik bir adacığın üzerinde, gelinliğinin eteklerini yaymış da oturan bir gelin kız silueti gibi karşılar Kız Kulesi sizi…
Neden Kız Kulesi?
Binyıllar boyu çeşit çeşit adı olmuş. Antik çağlarda, Arkla(küçük kale), Damialis(dana yavrusu), Tour de  Leandrous ( Leandros’un kalesi) ve efsanelere ilham kaynağı olan kadınlar ya da prensesler orada yaşadıklarındandır ki Türk’ler, bu kuleye; Kız Kulesi adını vermişler.
Kız Kulesi, 2500 yıla yakın bir süredir varlığını sürdürmüştür ki Amerika’nın keşfinden, Fransız İhtilalinden, İstanbul’un fethinden, Evliya Çelebi’den de çok çok önce var olmuş, yıllar yılı tarihe tanıklık etmiş bir yapıdır.
Eşsiz bir inci gibi büyüleyici güzelliği ile belki mahzun, belki giz dolu, belki sevda yüklü, belki de martıların daimi yareni belli ki sırlarıyla ve direnciyle dimdik ayakta ve de yapayalnız Kız Kulesi…
Tarihi kaynaklardan toplanan verilerin ışığında; dünden bugüne neler yaşamış Kız Kulesi, bakalım isterseniz. Bir de efsanelerine…
MÖ. 410 yılında, Atinalı komutan Alkibides’in Boğaz’daki gemilerin denetimini sağlamak için gözetleme kulesi olarak inşa edilir.
MÖ. 341’de ise Yunan Komutan Chares; çok sevgili eşinin anısına, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırır, kulenin olduğu yere.
MS. 1110 yıllarında ise imparator Manuel Comnenos  tarafından, kule inşa ettirilir yeniden. İmparator Manuel Comnenos, boğazın girişini kontrol etmek amacıyla, biri kız Kulesinin olduğu adacığa diğeri de Sarayburnu yakınlarında Mangana Manastırı’nın yakınına iki kule inşa ettirir ve bu kulelerin arasına zincir bağlatır ki zamanla zincirin ağırlığına dayanamayan diğer kule yıkılmıştır.
Kız Kulesi, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini yaşar yüzyıllar boyu. Zamana direnen kule bazen yenik düşer yıpratıcı etkilere. Fatih Sultan Mehmet,  İstanbul’u fethinden sonra, adacığın üstündeki kuleyi yıktırır ve etrafı mazgallarla donamış, taştan bir kalecik olarak yeniden inşa ettirir ve içerisine toplar yerleştirir. İlk zamanlar savunma amaçlı olarak kullanılan kalecik zamanla padişahların payitahta çıkışının top atışları ile kutlandığı bir gösteri alanı işlevine bürünür.
1510 yılında meydana gelen ve İstanbul’un birçok yerinin, yerle bir olduğu ‘’Küçük Kıyamet’’ olarak da adlandırılan depremde hayli harap olmuşsa da tekrar onarılır.
17. Yüzyılda kuleye konulan fener ile kaleden ziyade bir Deniz Feneri olarak kullanılmaya başlanır. 1719 yılında yağ kandillerinin rüzgârla tutuşması yüzünden ahşap olan binası tamamen yanar. Tek Fatih döneminde yapılan ana temeller ve mazgallarla Eminönü tarafındaki sarnıç sağlam kalır.
1725 yılında da İstanbul’un baş mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniden onarımdan geçirilir. III. Ahmet döneminde, Lale devrinin şaşalı yaşamına ve şenliklere tanıklık ve de zaman zaman ev sahipliği yapar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Duraklama ve Gerileme dönemlerindeki debdebeli, şaşalı dönemleri nihayete erer, tekrar savunma amaçlı kale olarak kullanılmaya başlanır.
1830-1831 yıllarında İstanbul’da baş gösteren kolera salgınında ve 1836-1837 yıllarında da şehri kasıp kavuran ve 40 bin kişinin ölümüne sebep olan veba salgınlarında, karantina hastanesi olarak kullanılır.
1832-1833 yıllarında II. Mahmut döneminde, yeniden restorasyona tabi tutulur ve Hattat Rasim tarafından Üsküdar sahiline bakan kapısının üstündeki mermer kaideye II. Mahmut’un tuğrası işlenir ki halen bu tuğra varlığını korumaktadır.
Yolu sevdadan geçen, sevgi dolu yüreklerin ya da hüzün dolu gözlerin simgesi olan Kız Kulesi birçok efsaneye konu olmuştur. Efsane dedik, bilinmez…
Vakti zamanında, Tanrıça Afrodit’in tapınağı olarak kullanılan Kız Kulesinde Hero isminde bir rahibesi yaşarmış. Ki… Aşk’a gönül kapılarını kapatan bu rahibe; her bahar düzenlene ve aşka sahip olmak için yakaranların geldiği şenliklere gelenlerden bir gençle karşılaşır. Leandros adındaki gençle Hero birbirlerine âşık olurlar. Kız kulesi her gece, karşı kıyıdan yüzerek gelen Leandros ile Hero’nun kutsal aşkına sessiz tanıklık eder. Hero’nun yaktığı meşale ile yönünü bulan Leandros, bir gece kıskanç bir rahibin mi yoksa çılgın rüzgârın hışmı ile mi söner bilinmez. Ve… Leandros kuleye ulaşamadan boğazın derin sularında boğulur. Leandros’un ölümüne dayanamayan Hero’da kuleden kendini aşağıya atar. Bu iki gencin hazin aşk hikâyeleri de efsaneleşir, bugünlere değin anlatır.
2500 yıl gibi bir süre yaşayan kulenin efsaneleri elbette bu efsane ile bitmez.
 Bizans Kralına bir falcı kehanette bulunur ve çok sevdiği kızının 18 yaşına gelmeden, bir yılan tarafından sokularak öleceğini söyler. Kral biricik kızını Kız Kulesine saklar. Prenses 18 yaşına basacağı gün, doğum günü için gönderilen hediyelerden bir üzüm sepetinden, sessizce süzülen bir yılan prensesi sokar ve ölümüne sebep olur. Kızının ölümüyle yıkılan kral, toprakta kızının yılanlara yem olması fikrine dayanamaz ve pirinçten yaptırdığı tabutu Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne koydurur. Bu tabutun üzerinde halen iki tane delik bulunduğu gözlenir ki, yılanın prensesi orada bile rahat bırakmadığını düşündürür.
Üsküdar Tekfurunun dünyalar güzeli bir kızı vardır. ( Costantopolis’i) İstanbul’u kuşatmaya gelen Battal Gazi, Üsküdar sahilinde karargâh kurar ve 7 yıl burada kalır. Battal Gazi aslında tekfurun güzel kızına âşık olmuştur. Bunu öğrenen tekfur kızını ve hazinelerini Kız Kulesine kapatır. Battal Gazi, kuleye gelerek tekfurun kızını ve hazineleri alarak, kıyıdaki atının terkisine kızı da alarak, Üsküdar’ı terk eder ve gider. ‘’Atı alan Üsküdar’ı geçti’’ sözünün de bu olaydan sonra söylendiği rivayet edilir.
Bu ve bunun gibi nice efsanelere, hikâyelere, rivayetlere konu olan Kız Kulesi, Boğazın girişinde; tüm ihtişamı ve büyüleyici görselliği ile süzülmek, nice sevdalara, aşklara tanıklık etmektedir.
Eğer, yolunuz İstanbul’a düşerse, Kız kulesini görmeden geçmeyin derim. Üsküdar Salacak sahilinde, gece ya da gündüz, boğazın renkli görüntüsü, gemilerin güzellikleri ve martıların süzülüşlerinin muhteşem görüntüleri eşliğinde sıcacık çayınızı yudumlarken bu güzellikleri seyretmenin ihtişamını yaşayın hatta martılarla simidinizi de paylaşmayı unutmayın. İsterseniz de sahilden 15 dakika arayla kalkan teknelerle, Kız Kulesi’ni yakından görün ve bir an gözlerinizi kapatıp o efsaneleri içinizde yaşayın. Kulenin tepesinden de tüm İstanbul’un görkemli görüntüsünü seyredin.

Yazarın notu; Kız Kulesi ile ilgili tarihi ve efsanelere dair bilgileri;
Ve de Kız Kulesi içerisinde asılı olan belgelerden derleyerek sunmaya çalıştım sizlere. Eklediğim galerideki fotoğraflar ise değişik tarihlerde çekmiş olduğum karelerden oluşmaktadır.
Ay Şen


30 Eylül 2013 Pazartesi

Hazan'a ermedi mevsim... Haydi Doğal Yaşam Parkına gidelim





Neylesem, neylesem?
Nerelere gitsem?
Nerelerini gezsem görsem?
Mevsim, daha tam hazana ermemişken. Üstelik önümüzde de uzun mu uzun bayram tatili  varken.
Eğer İzmir'de iseniz ya da bu uzun tatil süresinde yolunuz İzmir'e düşerse. Mutlak ve mutlak, eş dost akraba-u talukat ziyaretlerinden fırsat bulup,bir gününüzü özel olarak, Sasalı' daki İzmir Doğal Yaşam parkını gezmeye ayırın derim.
Ben, BAFOK'daki arkadaşlarımla birlikte gittim, gözlemledim ve sizler için fotoğrafladım.
Ve... Bilhassa gidip de görme imkanı olamayanlar için, hem satırlarımda hem de fotoğraflarla da bu güzellikleri sizlere yansıtmaya
karar verdim.
Özel aracınız ile ya da toplu taşıma araçları(Ki İzban Çiğli istasyonundan 751 no.lu, Karşıyaka İskelesinden de
777 no.lu belediye otobüsleri ile) ulaşabileceğiniz, Doğal Yaşam Parkı; 425 dönümlük bir alanda kurulmuş ve halen bünyesinde 120 türde, 1300 yaban hayvanını barındırmaktadır.
Doğal yaşam Parkına ilk girdiğiniz anda; cennetten bir köşeye mi ayak bastım acaba diye düşünmeden edemiyor insan.

 Ve... Süzüle süzüle yüzen, bembeyaz kuğularla karşılaşıyorsunuz ilk  anda.
 
Muhteşem bir doğa dokusunun,  envai çeşit bitki ve ağaçların görkemli güzelliklerinin eşliğinde; Doğal yaşam parkında yaşayan hayvanları tanımaya ,gözlemlemeye doyamıyorsunuz.

Alan çok geniş ve kapsamlı olduğundan ve de hayvanların barındığı doğal alanlar, aslına uygun bir şekilde tasarlanmış bulunduğundan da gezmek uzunca bir zaman almakla birlikte; görselliğin güzelliği karşısında inanın ki yorulduğunuzun bile farkına varamıyorsunuz ki değer doğrusu. Yorgunluğa da değer.

Örneğin, 2345 metre karelik alanı kapsayan Tropik Merkezde, yağmur ormanlarının içinde geziyormuş hissine kapılarak, papağanları, ağzı bir karış açık timsahın ürkütücü görüntüsünü, çeşit çeşit sürüngenlerle, özel bölümlerde yaşamaları sağlanan yılanları gözlemleme şansına sahip oluyorsunuz.

Aviary'nin tamamı dışarıdan devasa ağlarla izole edilmiş ve 3000 metre karelik alanda leylekler, sülünler, siyah kuğular, ördekler, tavus kuşları ve angutlarla hasbıhal etme imkanına sahip olabiliyorsunuz. Onlarda bu birliktelikten hayli memnun görünmekteler.

Afrika Savanı diye adlandırılan bölümde ise zürafaların, zebraların, devekuşları ile çeşitli ceylan türlerinin görkemli görselliği ile karşılaşıyorsunuz. Hele ki kendileri için tasarlanmış bulunan gölde yüzen hipopotamlar( Su aygırları) sanki seyredildiklerini anlamışcasına oyun kurgulamaktan geri kalmıyorlar.
Yavruları İzmir ile saatlerce haşır neşir olan fil ailesi ise ayrı bir manzara.

Arslanları da eğer dinlenme saatlerine denk gelmemişseniz, görebilme şansına sahip olabilirsiniz. Bizim gittiğimiz saatlerde; keyif sürmekte idiler. Yakından fotoğraflama şansına ne yazık ki sahip olamadım.
 
Bitki dokusunun çeşitliliğinin büyülü güzelliğinin etkisi altında kaldığım Doğal Yaşam Parkının her bir köşesini karış karış gezerken, en çok kuğuların bulunduğu göl kıyısında zaman geçirmeyi yeğledim desem yeridir.

Gözetleme Kulesinden de tüm bu güzellikleri kuş bakışı seyretmek ise ayrı bir zevkti.

İzmir'in ve İzmir'linin, sesten, gürültüden, trafik keşmekeşinden bir an kurtulup nefes aldığı Doğal Yaşam Parkına mutlaka gitmeli ve mutlaka görmelisiniz.
Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

Fotoğraf

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Hayat budur işte!

Hayat budur işte!

H A Y A T…
(H)ani saatler durur bir an, mefhumunu yitirir zaman
(A)cılar yüklenir omzuna, taşıyıp taşıyamayacağına bakmadan
(Y)eminlerin, verilip de tutulmayan sözlerin, her biri kocaman bir yalan
(A)slında! Gülümsersin için için… Bile bile…
(T)ükenir tüm takaatin, yiter gider ‘’O’’ an…

Oysa!
Oysa kendince kurduğun düşler deryasında, ne soluksuz kulaçlar atmışsındır zamanında.
Bitimsiz, biçare zamanlarda!
Oysa!
Oysa renk renk kalemlerin vardı bir zamanlar. Ellemeye kıyamadığın, bitmesin diye gözünün içine baktığın.
Çizdiğin resimlerin. Ağaçların, çiçeklerin, sevgin, ümitlerin. Rengârenk, ışıltı saçan güzelliklerin.
Hayallerini çizip çizip resmettiğin, kalemler solar bir bir, sonra hayallerin, sonra çizdiklerin.
An gelir ki pembe panjurların ardına saklanıverir, söyleyemediklerin, gülüp geçtiğini sandıkları gerçeklerin.
 
 
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... (A.Haşim)
Der ya şair…

Bir fırtına kopar. Alabora olur. Pişmanlık rüzgârlarıyla kırılır dalların. Keşke ah keşke diye çığlık, sessizce çığlık atar, rüzgârın hışmıyla sağa sola savrulan hazan yaprakların.
Ah keşke… Geri gelse, geri gelse… Tükettiğin yılların.
İçindeki kasırganın son demleridir, kadehinde yudumladığın.
Mezen ise hüzünlerin, saçlarının üstüne acımasızca yağan bembeyaz kar tanelerin.
Uzaktan uzağa bir şarkı çalınır kulağına.

(Do)ğmamış Güneşin ışıltısı gibi karaydı bu gönül
(Re)nkler bir bir soldu, bitti bu gönül
(Mi)rim… Tutsak idi aşka, sevdaya bu gönül
(Fa)kat kıymeti bilinmedi, hüzünle bezendi bu gönül
(Sol)gun çiçeklerin, kuru dikenlerine ram oldu bu gönül
(Lâ)hza gülmedi, mutluluk nedir bilmedi bu gönül
(Si)ldi AN’ı , anıları, her bir acıyı bu gönül
 (Do)ğmamış Güneş gibi karardı bu gönül…(Ay Şen)

Yıldızlar yağar gökyüzünden, yağmur yağmur… Sağanak sağanak…
Her birinde takılı kalmış ümitler ıslak ıslak…
Yüreğine sığdıramadığın kırık dökük umutlar, damla damla dökülür yaşlarından.
İnsanlar yalan, Dünya yalan…
Ne hayal sokağının, renkli kâğıtları kalmıştır artık usunda, ne de kaybından zerre kadar pişman olmadığın mutluluğun.
Sarıp sarmalamışsa dört bir yanını, yalan içinde açan yalan sarmaşıklarının zehri.
Ne senin kıymetin vardır artık! Ne de yitirdiğin yılların…
Usul usul yürürsün kıyıdan kıyıdan…
Esen Seher Yeli’nin efil efil esintisine, esir düşen saçların bile asi!
Gün doğar. Gün batar…
Kapanır tüm kapılar.
Yürür, gidersin ardına bile bakmadan!

‘’ Artık demir almak günü gelmişse zamandan, 
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. 

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; 
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.’’(F.N. Çamlıbel)http://blog.milliyet.com.tr/hayat-budur-iste-/Blog/?BlogNo=425588























24 Haziran 2013 Pazartesi

Aranıyor... Tecavüze uğrayan ADALET kayıp!

http://blog.milliyet.com.tr/araniyor-tecavuze-ugrayan-adalet-kayip-/Blog/?BlogNo=420094


Dirseklerinin üstüne abanarak yana doğru kaykıldı.
Oflaya puflaya doğrulmaya çalıştı.
Telaşla yere attığı iç çamaşırını el yordamıyla bulup, hızla üstüne geçirdi. Şimdi sıra pantolondaydı.

Ağzında kekremsi bir tat vardı. Sigaradan diye düşündü. Birkaç kez yalandı. Değişmemişti. Halen aynı tat.  Elleriyle bıyıklarını düzeltti.

Üstünü başını toparladı. Gömleğini falan düzeltti.

Yerde yatan kıza baktı. Gözyaşları sel gibi akıyordu. Eğildi saçlarını okşadı. Karman çormandı. Yavaşça ‘’ağlama!’’ dedi.

Kenarda duran sandalyeye ilişti. Paketten bir sigara çekti ve yaktı. Dumanını içine çekip, odaya savururken, aynı yaşta olan kızı geldi gözünün önüne. ‘’Ulan şimdi benim kıza biri bunu yapacak! Öldürürüm lan. Öldürürüm a… avradım olsun! ‘’

Belki pişmanlık, belki de beş dakikalık zevkin solmaya yüz tutmuş haliydi üstüne karabasan gibi çöken.

Yine döndü kıza baktı. Ağlıyordu hıçkıra hıçkıra.

Çarşafın bir kenarını tutup üzerine örtmeye çalıştı acemice. Sanki artık o minik ve biçare vücudu görmeye dayanamayacak gibiydi. Midesi bulanıyordu. Kendi iğrençliğinden bulanır mıydı insanın midesi? İçi cız eder miydi? ‘’Ahhhh ulan biz şu erkekler’’ diye geçirdi içinden. Yine kendi kızının silueti geldi bulanık bir halde gözünün önüne. O görüntüyü kovmaya çalıştı. İrkildi bir an!

‘’Ya yakalanırsak?’’

Evini düşündü. Karısını, çocuklarını. İş hayatını ve çevresini!

‘’Yok be!’’ dedi kendi kendine. Kim nerden bilecek. Hem bir kendi değildi ki! Kaç kişiler vardı daha! Kızla ilişkiye giren ve girmek için bekleyen! Gerçi kız daha küçüktü! Henüz 13 ünde… Yine kızı geldi gözünün önüne! Yezit görüntüler. Gitmek bilmiyordu ki gözünün önünden.

‘’O’’ böyle düşüncelere karılmış giderken, kapı tıkladı. Duymadı! Bir daha, bir daha tıkladı. Bildiği ne kadar dua varsa sıralıyordu içinden. Sanki kızın kanına girerken işlediği tüm günahları, silip süpürecek gibi o dualar! Habire mırıldanıp duruyordu!

Bu kez, kapı gürültüyle çalındı. Doğruldu oturduğu sandalyeden. Kapıya doğru yöneldi. Yavaşça süzüldü dışarı.

Sıradaki…
Bir değil üç değil, tam 28 kişiydiler. Vicdan yoksunu. Şeref ve onurdan nasibini alamamış adamlar! İğrençtiler!

Ve ADALET!
Yıllar boyu aranan ve bulunamayan kayıp adalet!

Yıpranan bedeninin hesabını veremez kimseler. Ne vicdan karşısında! Ne de Hak’ın adaletinde! Tecavüzler sonucu onarılamaz ne bedeni, ne de kirlenen ruhu! Süre gelir gider mahkemeler, duruşmalar! Tecavüz edenler… Ellerini kollarını sallayarak, gezerler fütursuzca! Utanmadan! Suçlu onlar değildir ki! Onları ayartan, baştan çıkaran ‘’O ‘’ küçük kızdır aslında!

Ne ilktir. Ne de son olacaktır!

Kim bilir bu düzende bu ve bunun gibi adamlar, daha kaç kızın canına, bedenine kıyacaktır? Nasılsa, adalet denen düzen onlardan yanadır!

Aynen, Bingöl’de 8 kişinin tecavüzü sonucu yürütülen ve gizlilik kararı alınan ve de tecavüzcülerini ortaya salan adalet gibi.

İndirim var!
Adaletin suçluya ceza indirimi!

Takım elbise giymiş. İyi hal indirimi!

Kamuoyunda babasını rezil etmiş… Mahcubiyet indirimi!

Kot giydi. Çantasında doğum kontrol hapı vardı indirimi!

Cilveleşti indirimi!

Bakire değildi indirimi!

Kızın ruh sağlığı bozulmamış indirimi!

Tecavüz yarım kaldı indirimi!

Baban yaşındaki adamları baştan çıkaran sensin, indirimi!

Hangi birini sayayım ki?

Sıradakiiiii…


Ay Şen



21 Mayıs 2013 Salı

Boğa burcuysa kadınsa bir de yükseleni Yay'sa





http://blog.milliyet.com.tr/boga-burcuysa-kadinsa-bir-de-yukseleni-yay-sa/Blog/?BlogNo=415894

KORKMA... GERÇİ KORKSAN DA NE FAYDA?
Mutlu ol yanındaysa.
Kâinat senindir... SEVİYORSA
Sevgisinden şüphe etme asla.
Toprak gibi ağır ve sakin, yay misali gergin ve atak.
Bir yanı çok güçlü, diğer yanı dobradır.
Yalansız dolansız, duru ve berrak...
Bir o kadar da inattır.
Şen, güler yüzlü ama tez canlılıkta bir numaradır.
Bazen de bunaltır!
Zira gözlemci, izleyici ve sorgulayıcıdır!
Ateş gibi alev alev yanar, değdiğini yakar ve sabrının sınırlarını sonuna değin zorlayıcıdır.
VEDA'ları hiç sevmez, veda ettiğinde de geri dönmeyecek kadar kararlıdır.
Ardına bile dönüp bakmaz!
Tutkulu ve aşırı hassastır.
Gönlü bir sırça saraydır.
O sarayda sevdiklerini sevgiyle ve hoşgörüyle ağırlasa da
Kırıldığında da gözyaşlarını göstermeyecek kadar da dayanıklıdır.
İyi bir arkadaş.
Sırdaştır.
Çok güçlüdür hafızası.
Unutmuş gibi görünse de yapılanları... AF diye bir kavramı yoktur asla.
Zaman kavramını en iyi şekilde kullanır.
Mutlaka intikamını alır!!!
En sevdiği ve etkilendiği renk KIRMIZIDIR.
Boğadır...Yaydır..
Severse şanslısındır!
Kaybettiğinde ise bedbaht!
Çünkü... Sevecen olduğu kadar da ''O'' ZOR BİR KADINDIR...

Ay Şen
21 Mayıs 2013

27 Ocak 2013 Pazar

‘’Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir.’’ ‘’One Bilion Rising’’


http://blog.milliyet.com.tr/--bir-milyar-kadinin-dans-etmesi-devrimdir----one-bilion-rising--/Blog/?BlogNo=399414

Kadına şiddet!
Ve… Kadına şiddete HAYIR!
‘’Dünya’da her üç kadından biri, ya bir kere şiddet görüyor ya da tecavüze uğruyor’’
Ki… İstatistiki rakamların sağlamlığı, tartışılsa da bu oranın; ülkemizde daha fazla olduğu, her iki kadından birinin şiddete maruz kaldığını göstermektedir.
‘’Bir milyar kadının haklarının ihlâl edilmesi gaddarlıktır.’’
Ve…
‘’Bir milyar kadının dans etmesi devrimdir.’’
Gökyüzünde ışıldayan Güneş’i görebilmekse marifet, ya da sicim gibi yağan yağmurun altında, fütursuzca birlikte ıslanmayı göze alabilmekse… İşte budur SEVGİ…
Ve… Sevginin filizlendiği yerde ŞİDDET olamaz!

İşte budur bütün mesele…
Kadın; hayattır.
Kadın; hayata anlam kazandırandır.
Kadın; fedakârdır.
Kadın; topraktır.
Kadın; berekettir.
Kadın; sevgidir.
Kadın; renktir.
Kadın; çiçektir.
En ufak bir zedelenmede, solup gidendir.
Kadın; barış ve kardeşliğin simgesidir.
Kadın; HAYATIN TA KENDİSİDİR.
(İstisnalar kaideyi bozmaz!)

Yıllar boyu, yıllar yılı… Kadına şiddet konusu işlense de, her an gündeme getirilse ve çeşitli yasalar ile önlenmeye çalışılsa da; yasa koyucuların yasaları uygulamakta ağır kalışları ya da yasaları uygulayanlar ile şiddeti uygulayanların er kişi olmaları!!!
Kadına şiddetin dozunu, azaltacağı yerde ne yazık ki artmasına sebep olmaktadır.
Kadına şiddet! Fiziksel, cinsel, tensel, sözel, maddi ve manevi yönden her geçen gün artarak devam etmektedir.
İşte bu yıl, 14 Şubat 2013 Dünya Sevgililer Gününde düzenlenen; bu protesto çok anlamlıdır. Kadınlar hediye almak ya da hediye vermek yerine ( Kapitalizm çok üzülecek ama olsun!) dans ederek bir devrime imza atacaklardır.
Amaç; Kadına yönelik şiddeti, tüm Dünya ülkelerinde, dans ederek, ayaklanarak, protesto etmek ve seslerini duyurmaktır.
Hedef; tüm Dünya’da bir milyar kadına ulaşmaktır. Ve… Bu kampanya ‘’ One Billion Rising’’ adıyla yürütülmektedir.

Dünyayı, SEVGİ ÇİÇEKLERİ İLE BEZMEK YERİNE… ŞİDDET NİYE?
HAYDİ KADINLAR… BİRLİĞE BERABERLİĞE, ‘’KADINA ŞİDDETE SON’’ İŞBİRLİĞİNE, ELE ELE…
RAST GELE…
Sevgilerimle…

Ayşen Arslangiray Kura
27 Ocakta/ Kuşadasından