25 Mart 2012 Pazar

26 Mart 2012/ bahar gelmiş bahar

16 Mart 2012 Cuma

Yalan Dünya! Dünya yalan!!!


http://blog.milliyet.com.tr/yalan-dunya--dunya-yalan---/Blog/?BlogNo=353947



İki insanın arasında geçen konuşmaları, ister acı olsun ister tatlı, birlikte yaşadıkları anları, birbirlerine yazdıkları mesajları ya da yaptıkları yazışmaları, başkaları ile paylaşmayı sevmem ve doğru bulmam. Hem de internet ortamında ya da normal yaşantıda.
   
Hele de sır ise anlatılanlar, ölünceye değin bende kalır, saklarım.

Bu kez bu prensibimi askıya aldım!

Bir arkadaşımın mailini paylaşmayı istedim sizlerle anti parantez yukarıda yazdıklarımla çelişkiye düşmeden zira bu maili paylaşmak için izin aldım. ‘’Aman şekerim yaz, ne olacak, benim için sakıncası yok. Hem de sevinirim, benim de bir katkım olsun.’’ Dedi.

Okuduğunuz zaman, satırların sonunda neden bu dünyaya ‘’Yalan Dünya’’ dediğimi daha iyi anlayacağınızdan eminim.

Bu arada arkadaşıma da bu maili sizlerle paylaşmama izin verdiği için teşekkür ederim. ‘’Sağ ol şekerim’’ Bazı kısımları çok özel olduğundan tarafımdan sansürlendi.

‘’ Merhaba şekerim,

Uzun zamandır görüşememiştik de mail adresini kızlardan aldım. Hadi bir sürpriz yapayım mail atayım dedim. Geçen gün kızlarla okey partisindeydik, senden bahsettiler. Yazı yazıyormuşsun galiba bir yerlerde. Adını söylediler ama unuttum vallahi. – Aman ne iyi, çok para alıyordur şimdi- dedim. Oh, ohhh, paraları diposta edersin artık. Para deyince aklıma geldi; emekli oldun değil mi? Biz adamla ikimiz de emekli olduk. Şimdi hayatımızı yaşıyoruz.

Ne günlerdi onlar be değil mi? Çalışırken, ben hamileyim diye korur kollardınız, tüm servis. Siz arşivlerde tozlu rafların, fare pisliklerinin arasında gün toplayıp, milleti emekli edelim diye uğraşırken, beni arşive göndermezdiniz. Hakkımı yemeyin ama ben de kartoteks dolaplarının arasında kart bakıyordum. Gözümün önüne geldi şimdi. Nasıl da perişan gelirdiniz arşivden. Tahta merdivenlerin üstüne çık, in, dosya bak. Bordroları indir. İşimiz zordu be. Gençlikteymiş o enerji. Şimdi olsa yapamazdık sanırım. İyi ki emekli olduk da rahata erdik.

Biz haftada üç gün kızlarla buluşup okey oynuyoruz. Bir de konken grubum var. Haftada bir gün de onlarla buluşuyorum. Kocacığım sağ olsun, -hayatını yaşamana bak karıcığım- diyor. Aman yaş kemale erdi, çocukları büyüttük, evden uçurduk. Kaldık Ediyle Büdü, Şakire Dudu baş başa. Unu eledik, eleği duvara astık. Karı koca, nerde akşam orda sabah.

Çoğu zaman yemek bile yapmıyorum. Dışarda yiyiyoruz. Çok sıkıştım mı, kır bir yumurta gitsin. Yemek dedim de, geçen kızlardan biri tatlı yapmış senin tarifinmiş. Yemek tarifleri falan yazıyormuşsun.  Bir de ne dediler. Kadın, kadına şiddet falan konularını yazıyormuşsun. Misyon edinmiş dediler. Eh be şekerim işin mi yok sana ne kadından, kadına şiddetten. Boş ver, dayak yiyen yer, öldürülen öldürülür. Ben bu işlere hiç kafayı yormuyorum hele siyaset falan hiç ilgimi çekmiyor. Gerçi vaktim de yok zaten. Haberleri falan da seyretmiyorum.  Seçim zamanı kime oy vereceğiz diyorum. Kocacığım kime derse oraya oy veriyorum. Tüm siyasetle ilgim o. Dizileri takip ediyorum. Kaçırdıklarımı da kocacığım kayda alıyor, daha sonra seyrediyorum. Her kanalda sevdiğim diziler var, çakışıyorlar. Üzülüyorum kaçırınca.

Geçen gün kızlar söyledi, birileri yanmış galiba. Pek üzülmüşlerdi aralarında konuşuyorlardı, pek kulak vermedim. Yanmış deyince aklıma geldi geçen gün de ben yanıkta yandım. Epey para kaybettim. Eve pek sıkkın geldim. Kocacığım -üzülme, bankada paramız çok nasılsa, sen yemeyeceksin de çocuklara mı kalsın- dedi sağ olsun.

Nisanda tatil ayarlamış Akdeniz kıyısında beş yıldızlı bir otelde. On günlüğüne oraya gideceğiz.  Bu kış pek soğuk oldu bunaldım. Birkaç gün hava değişikliği olur. Bir de şu kumarhaneleri kapatmasalardı otellerde ne iyi olurdu. O makinelerde kol çekip oynanan oyunlar var ya onları çok seviyorum.  Belki kandırırsam oradan da Kıbrıs’a gideriz. Ne güzel olur.

Ben feysbukta, tvitırda takılıyorum. Senin de feysbukun varsa beni eklesene. Bir de kızlarla akşamları mesenede buluşuyoruz. Gündüzün oyun muhabbetlerine orada devam ediyoruz. Pek eğleniyoruz. Sen de katılsana bize. Aman boş ver şu yalan dünyada, ölüp gideceğiz. Ne o yazılar falan yazıp, başını derde sokma.

 Dünya yalan, vur patlasın çal oynasın. O yazdığın yeri de söyle de arada girip bakayım.

Mail adresimi kaydet, sen de bana mail at, emi şekerim. Vallahi çok sevinirim.

Bu arada sormayı unuttum. Sahi sen nasılsın?

Cevap bekliyorum şekerim. Hemen cevapla, ihmal etme olur mu?’’

‘’Dünya Yalan’’ da olsa hepimiz bu dünyada yaşıyoruz bir şekilde!

Sevgi ve saygılarımla…
Ayşen Arslangiray Kura
17 Mart 2012/ İzmir



14 Mart 2012 Çarşamba

GRİ BULUTLAR KAPLAMIŞ GÖKYÜZÜNÜ!!!

http://blog.milliyet.com.tr/gri-bulutlar-kaplamis-gokyuzunu---/Blog/?BlogNo=353632

Güneş göstermiyor ki gül yüzünü.
Cemreler düşmüş, bir, iki, üç derken. Bahar gelmiş diyorlar. Badem ağaçları çiçek açmış, açmış da dallar eğilmiş, boyun bükmüş çiçekler küsmüş!
Bahar başka mevsime düşmüş!
‘’Yukarıda filler tepişirmiş! Aşağıda çimenler ezilirmiş!’’
Gönüller buruk, gözler yaş dolar!
Hüzün her yeri kaplar!
Esenyurt’ta 11 işçi diri diri yanar!
Bazıları’’Takdir-i ilahi’’ diye teselli arar!
Nereden gelmişlerdi? Neden? Kimlerdi onlar?
Ateş düştüğü yeri de yakar, canlar da yanar!
Alışveriş merkezinin inşaatına dökülür de milyonlarca dolarlar!
İşçilerin kaldığı, yangına dayanaksız malzeme ile yapılmış naylon çadırlar!
Ya sigorta? Sigortaları var mıydı?
Sen başla işe, çalış çabala! İstim arkadan gelir, nasıl olsa!
***
Nedim Şener, Ahmet Şık ve iki gazeteciyi daha saran o kapkara beton duvarlar!
375 gün sonra aniden aralanırlar!
Ortalığı bir sevinç dalgası kaplar!
Yeşermeye mi başladı umutlar?
Ya daha, daha niceleri var!
Ya beton duvarların ardında kalan canlar!
Gün gelir, belki, belki de onlar için de aralanırlar!
Gönüller üzgün, gönüller hüzünlü. Gözlerde dolusuyla yaşlar!
Unutulamaz ki biçare hissedilen anlar!
Unutulamaz ki yaşanılanlar!
Sevinçler buruk! Düşünceler buruk! Akıllarda artlarında kalanlar!
***
Gün gündür, gün bugündür!
Günler, yılların muhasebesinde solan güldür!
Madımak’ta, 37 candır solan güller!
19 yıldır aranan failler!
Gururludur, failleri savunan avukatlar!
Zaman aşar!
Üzüntü, isyan sokaklara taşar!
Bir daha, bir daha yanar canlar!
Sivas’ta sonsuzluğa kül olup savrulan ruhlar!
İçin için yanarlar! Bir kez daha yanarlar!
Candır yanan! Esenyurt’ta, Silivri’de, Sivas’ta!
Yanan canlar ayrı! Akıbet aynı!
Bulutlar ağlar!
Sanmayın ki Güneş parlar!
Güneş de solar!
Başka baharlara kalır umutlar!!!



Ayşen Arslangiray Kura
15.03.2012/ İzmir

5 Mart 2012 Pazartesi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

http://blog.milliyet.com.tr/8-mart-dunya-kadinlar-gunu/Blog/?BlogNo=351930

Onlar, 129 can kırmızı gül idiler!

8 Mart 1857’de Newyork’da emeklerinin, mücadelesini verirken soldular, küle döndüler!

Tam 110 yıl sonra, Birleşmiş Milletler ’in 8 Mart’ı Dünya Kadın Emekçilerinin günü ilan etmesi ile Dünya kadınlarının simgesi oldular.

***
Kadınlar;

Bir gün değil! Yaşamları boyunca;

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde vurgulanan; insan haklarının, onlar içinde var olduğunun bilinmesi ve de uygulanmasını,

Cinsiyet ayrımı yapılmadan, insan olarak algılanmayı,

Şiddetten, taciz ve tecavüzden uzak yaşamayı,

Bedenlerinin, emeklerinin ve sevgilerinin sömürülmemesini ve de istismara uğramamayı, Yaşadıkları coğrafya, hayat koşulları, renkleri, kültürleri, dilleri ve dinleri birbirlerinden farklı olsa da kaderlerinin; gözyaşı, acı ve ölüm olmamasını,

Özgürlük, eşitlik, hak, hakkaniyet ve adalet içinde sürdürebilmektir hayatı; tüm istek ve arzuları.

***
Ne yazık ki, Dünya’da ve ülkemizdeki istatistiki bilgiler ve de yaşanan gerçekler, kadınların bu talep ve arzularının tamamen aksini yansıtmaktadır.

‘’Afrika’da 135 milyondan fazla kadın sünnet edilmekte, hamilelikte batılı kadınlara oranla %180 daha fazla risk taşımaktalar.’’

‘’Suudi Arabistan’da; kadının oy hakkı yok ve araç kullanmaları yasak! ‘’

‘’İran’da istisnalar haricinde, boşanmaları yasak’’

‘’Asyalı kadınların büyük bir çoğunluğu, Ortadoğu ve körfez ülkelerinde, evlerde hizmetçi olarak çalışmakta.’’

‘’ABD’de de her 90 saniyede bir kadın tecavüze maruz kalmakta.’’

‘’Kadın cinayetlerinin %70’i eşleri veya sevgileri tarafından işlenmektedir.’’

Kadınların ekonomiye katkıları gün geçtikçe kısıtlanmakta, çalışan kadınlar ise aldıkları ücret ve mevkii konusunda en alt sıralarda kaldıkları gibi, işyerlerinde de mobinge maruz kalmaktadırlar.

Ülkemizde; 39 milyon nüfusa sahip olan kadınların, % 75 oranındaki kesimi çalışmamakta, %41,9 u fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır.

Kadına yönelik şiddetin, son yıllarda %1400 artmasına karşın, % 48,5 oranındaki kadın, uğradığı şiddeti anlatamamakta, kadına yönelik şiddet konusunda; alt ve üst gelir grupları arasında da pek bir farklılık bulunmamaktadır.

Geleneksel değerler, yaşam şartları, kadına cinsiyet baz alınarak değer biçmekte; hayat tarzları ve şartları buna göre şekillendirilmekte ve kültürel, çevre ve de mahalle baskısı gibi yöntemler uygulanması nedeniyle, çalışan kadın oranının ülke genelinde % 20 nin altına düştüğü, yapılan son araştırmalardan anlaşılmaktadır.

***
Kadınlar!
Bu günün ve sizin simgeniz olan 129 can kırmızı gülü unutmamalı!

Kendi haklarınıza ve tüm dünya kadınlarının verdikleri, Kadın Haklarını savunma mücadelesine sahip çıkmalısınız.

Sevdiklerinizin sıcacık bir tebessümü, sevgi ile dolu bir bakışı ya da kır çiçeklerinden yapılmış bir demet çiçeğin, size sunuluşu ile mutlu olmalı ve bu günü rant ekonomisine kurban etmemelisiniz!

8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz KUTLU OLSUN.


Ayşen Arslangiray Kura
5.03.2012/İzmir

1 Mart 2012 Perşembe

Muhteşem Yüzyıl ve haremin büyüsü



http://blog.milliyet.com.tr/muhtesem-yuzyil-ve-haremin-buyusu/Blog/?BlogNo=351284

Gizdir, gizemlidir harem.  Sadece izin verilenlerin, izin verildiği ölçüde girebildiği ve görebildiği. Bu nedenledir ki yüzyıllar boyunca gizemini, erişilmezliğini ve sırlarını korumuş hatta günümüzde dahi korumaktadır.

Osman Bey’in çadırından, Devlet-i Aliye büyüdükçe ve geliştikçe yerleşik düzene geçilmiş, Yıldırım Beyazıt zamanında düzene konulmuş, Fatih Sultan Mehmet tarafından teşkilatlandırılmış ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde de en kapsamlı halini almıştır.

‘’Korunan yer, mukaddes alan’’ olarak sözlük anlamı yüklenen Harem,  yıllar yılı batılı yazarların ilgisini çekmiştir. Harem-i Hümayuna giren,  yabancı kökenli ya da gayrimüslim satıcı kadınların, anlatımlarına istinaden hakkında birçok yazı yazılmış ve tablolar yapılmış ise de bu bilgilerin doğruluk derecesi tartışılır.

Harem, padişahın evi ve özelidir. Protokolde ve korunması gereken yerlerin birinci sırasındadır. Eski Floransa saraylarında kadın, erkek birlikte eğlence tertip edilen haremlerin aksine Harem-i Hümayuna, çok özel izin verilenler dışında erkeklerin girmesi yasaklanmıştır.

Padişah tarafından; emrindeki iki yüz zenci hadımla ‘’Kızlar ağası’’ ki ‘’Darüssade Ağa’’da denilen kişi haremin emniyet ve güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir.

Harem, tüm mahremiyetine karşın cinsellikle anılmasına ve de padişahın zevk-ü sefa âlemleri sürdürdüğü bir mekân olarak tanımlanmasına karşın, bünyesinde üniversite niteliğinde eğitim kurumlarını barındırmıştır.

Padişah, haremin tek ve mutlak hâkimi olmakla birlikte; haremin yönetimi Valide Sultan’da idi.
Haremde barındırılan kızlar ki tarihi kaynaklara göre bunların sayıları zaman zaman 600- 700 civarını buluyordu. Haremde bulunan kızlar genellikle savaş esirlerinden, esir pazarlarından alınan kızlardı. Ya da Kırım hanlarının padişaha gönderdikleri armağan yahut da Kafkasya’nın fakir köylerinden ailelerince saraya gönderilenlerdi. Haremdeki kızların, çoğunun Çerkez, Abaza, Gürcü, Hırvat, Sırp nadiren de Venedikli oldukları söylenmektedir.

Haremde yaşayan kadınlar, iki sınıfa ayrılmışlardı. Alt sınıfta, sarayın gündelik işlerini gören, çırak, kalfa ve usta olarak adlandırılanlar, üst sınıfta gedikliler vardı. Hareme ilk giren kızlar, dört beş yıl süresince dikiş, nakış, dil ve müzik eğitiminden geçirilirler ve bu eğitim sonunda başarılı olanlar, eğer ki şansları var ise padişahın gözdeleri arasına girebilirlerdi.
Haremde gözde olan bir kız, kendi özel dairesine sahip olur, Külhancı usta tarafından yıkanır, kutucu usta tarafından giydirilir, haznedar tarafından değerli takılarla bezenerek, kızlar ağası tarafından da has odaya götürülürdü.

Padişahın gözdeleri sırayla ikbal, haseki, baş haseki ve baş kadın efendi isimleri ile adlandırılırlardı.

Haremde ilk evvela İslamiyet’i kabul eden kızlar, aynı zamanda sıkı bir din eğitiminden de geçirilirlerse de bazılarının, dinlerini değiştirmedikleri yine tarihi kaynaklarca iddia edilmektedir.

Haremde yaşayan ve yetiştirilen kızların bir kısmı da; Enderun mektebinde edebiyat, ekonomi, bilim, dil, din ve devlet işleri konularında eğitilerek, eğitim sonunda devlet erkânında görev verilen içoğlanları ile evlendirilirler ve saraydan gelin olarak çıkarlardı.

Oğlu ölen valide sultan veya eşi ölen haseki haremden ayrılarak, eski saraya gönderilirdi ki bu sarayın bir diğer adı da ‘’Gözyaşı Sarayı’’ idi.

Haremde çok sıkı kuralların ve disiplinin olduğu ve bu disiplini de valide sultanın nezaretinde Kethüda kalfanın sağladığı, kurallara uymamakta direnen kızların cezalandırıldığı yazılı kaynaklarda belirtilmektedir.

Kurallara uymamak dışında bir de büyücülük gibi işlerle uğraşan kızların ise el ve ayaklarının bağlanarak, çuval içerisinde denize atıldığı rivayet edilmektedir ki bir rivayete göre de Boğaz’da zaman zaman balıkçıların, denizin derinliklerinden kadın çığlıkları duydukları söylenmektedir. Tabii ki rivayet dedik! Doğruluğu tartışılır. Haremin gizemi kadar yaşananlar da gizdir.

Harem bir efsanedir, yaşanmış bir efsane ama büyüsü asla kaybolmamış. Bu gün bile baktığımızda, ya da haremle ilgili araştırıp, okuduklarımızdan edindiğimiz duygu; haremin rüyaları süsleyen bir yaşam mı olduğu ya da kâbuslara kucak mı açtığı bilinmez. Bilinemez!

Haremde yaşayan kadınların, giyim ve kuşamları, taktıkları mücevherler ve sürdükleri kokuların, doğunun haşmetli ve mistik havasını yansıttığını, günümüze ulaşan bilgilere dayanarak söyleyebiliriz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun harem gerçeğini yaşayan ve yaşatan, harem hayatına damgasını vuran Hürrem Sultan, Nurbanu Sultan, Safiye Sultan, Kösem Sultan ve Turhan Sultan gibi hasekileri sayabiliriz.


Bilinen gerçek şudur ki; harem hayatı ne kadar şaşalı, depdebeli, şatafatlı olsa da, giyim kuşam ya da mücevherlerle donansa da kadınların özgürlüklerinin olmadığı aşikârdır.
Haremdeki kadınların kendi çocukları üzerindeki tasarrufları dahi kurallara bağlıdır.
Kim bilir belki de o şatafatın ardında, gizemli ve büyülü dünyada; özgürlüğe yüklü özlemlerle ne gözyaşları akıtılmıştır!


Ayşen Arslangiray Kura
29.02.2012/İzmir
 Yazıdaki görseller;www.forumgercek.com,www.turkforum.net adreslerinden alınmıştır.