Masalları yazan hayat mıdır? Yoksa hayatı mı masallar yazar? Bir varmış bir yokmuş. Hayat bir masalmış da bu masalı bazıları acı bazıları tatlı yaşarmış! Masalın sonu mu? Daha bilen olmamış...
25 Mart 2012 Pazar
16 Mart 2012 Cuma
Yalan Dünya! Dünya yalan!!!
http://blog.milliyet.com.tr/yalan-dunya--dunya-yalan---/Blog/?BlogNo=353947
İki insanın arasında geçen konuşmaları, ister acı olsun
ister tatlı, birlikte yaşadıkları anları, birbirlerine yazdıkları mesajları ya
da yaptıkları yazışmaları, başkaları ile paylaşmayı sevmem ve doğru bulmam. Hem
de internet ortamında ya da normal yaşantıda.
Hele de sır ise anlatılanlar, ölünceye değin bende kalır,
saklarım.
Bu kez bu prensibimi askıya aldım!
Bir arkadaşımın mailini paylaşmayı istedim sizlerle anti
parantez yukarıda yazdıklarımla çelişkiye düşmeden zira bu maili paylaşmak için
izin aldım. ‘’Aman şekerim yaz, ne olacak, benim için sakıncası yok. Hem de
sevinirim, benim de bir katkım olsun.’’ Dedi.
Okuduğunuz zaman, satırların sonunda neden bu dünyaya ‘’Yalan
Dünya’’ dediğimi daha iyi anlayacağınızdan eminim.
Bu arada arkadaşıma da bu maili sizlerle paylaşmama izin
verdiği için teşekkür ederim. ‘’Sağ ol şekerim’’ Bazı kısımları çok özel
olduğundan tarafımdan sansürlendi.
‘’ Merhaba şekerim,
Uzun zamandır görüşememiştik de mail adresini kızlardan
aldım. Hadi bir sürpriz yapayım mail atayım dedim. Geçen gün kızlarla okey
partisindeydik, senden bahsettiler. Yazı yazıyormuşsun galiba bir yerlerde.
Adını söylediler ama unuttum vallahi. – Aman ne iyi, çok para alıyordur şimdi-
dedim. Oh, ohhh, paraları diposta edersin artık. Para deyince aklıma geldi;
emekli oldun değil mi? Biz adamla ikimiz de emekli olduk. Şimdi hayatımızı yaşıyoruz.
Ne günlerdi onlar be değil mi? Çalışırken, ben hamileyim
diye korur kollardınız, tüm servis. Siz arşivlerde tozlu rafların, fare
pisliklerinin arasında gün toplayıp, milleti emekli edelim diye uğraşırken, beni
arşive göndermezdiniz. Hakkımı yemeyin ama ben de kartoteks dolaplarının
arasında kart bakıyordum. Gözümün önüne geldi şimdi. Nasıl da perişan
gelirdiniz arşivden. Tahta merdivenlerin üstüne çık, in, dosya bak. Bordroları indir.
İşimiz zordu be. Gençlikteymiş o enerji. Şimdi olsa yapamazdık sanırım. İyi ki
emekli olduk da rahata erdik.
Biz haftada üç gün kızlarla buluşup okey oynuyoruz. Bir de
konken grubum var. Haftada bir gün de onlarla buluşuyorum. Kocacığım sağ olsun,
-hayatını yaşamana bak karıcığım- diyor. Aman yaş kemale erdi, çocukları
büyüttük, evden uçurduk. Kaldık Ediyle Büdü, Şakire Dudu baş başa. Unu eledik,
eleği duvara astık. Karı koca, nerde akşam orda sabah.
Çoğu zaman yemek bile yapmıyorum. Dışarda yiyiyoruz. Çok
sıkıştım mı, kır bir yumurta gitsin. Yemek dedim de, geçen kızlardan biri tatlı
yapmış senin tarifinmiş. Yemek tarifleri falan yazıyormuşsun. Bir de ne dediler. Kadın, kadına şiddet falan
konularını yazıyormuşsun. Misyon edinmiş dediler. Eh be şekerim işin mi yok
sana ne kadından, kadına şiddetten. Boş ver, dayak yiyen yer, öldürülen
öldürülür. Ben bu işlere hiç kafayı yormuyorum hele siyaset falan hiç ilgimi
çekmiyor. Gerçi vaktim de yok zaten. Haberleri falan da seyretmiyorum. Seçim zamanı kime oy vereceğiz diyorum.
Kocacığım kime derse oraya oy veriyorum. Tüm siyasetle ilgim o. Dizileri takip
ediyorum. Kaçırdıklarımı da kocacığım kayda alıyor, daha sonra seyrediyorum. Her
kanalda sevdiğim diziler var, çakışıyorlar. Üzülüyorum kaçırınca.
Geçen gün kızlar söyledi, birileri yanmış galiba. Pek
üzülmüşlerdi aralarında konuşuyorlardı, pek kulak vermedim. Yanmış deyince aklıma
geldi geçen gün de ben yanıkta yandım. Epey para kaybettim. Eve pek sıkkın
geldim. Kocacığım -üzülme, bankada paramız çok nasılsa, sen yemeyeceksin de
çocuklara mı kalsın- dedi sağ olsun.
Nisanda tatil ayarlamış Akdeniz kıyısında beş yıldızlı bir
otelde. On günlüğüne oraya gideceğiz. Bu
kış pek soğuk oldu bunaldım. Birkaç gün hava değişikliği olur. Bir de şu
kumarhaneleri kapatmasalardı otellerde ne iyi olurdu. O makinelerde kol çekip
oynanan oyunlar var ya onları çok seviyorum.
Belki kandırırsam oradan da Kıbrıs’a gideriz. Ne güzel olur.
Ben feysbukta, tvitırda takılıyorum. Senin de feysbukun
varsa beni eklesene. Bir de kızlarla akşamları mesenede buluşuyoruz. Gündüzün
oyun muhabbetlerine orada devam ediyoruz. Pek eğleniyoruz. Sen de katılsana
bize. Aman boş ver şu yalan dünyada, ölüp gideceğiz. Ne o yazılar falan yazıp,
başını derde sokma.
Dünya yalan, vur patlasın çal oynasın. O yazdığın yeri de
söyle de arada girip bakayım.
Mail adresimi kaydet, sen de bana mail at, emi şekerim.
Vallahi çok sevinirim.
Bu arada sormayı unuttum. Sahi sen nasılsın?
Cevap bekliyorum şekerim. Hemen cevapla, ihmal etme olur mu?’’
‘’Dünya Yalan’’ da olsa hepimiz bu dünyada yaşıyoruz bir
şekilde!
Sevgi ve saygılarımla…
Ayşen Arslangiray Kura
17 Mart 2012/ İzmir
14 Mart 2012 Çarşamba
GRİ BULUTLAR KAPLAMIŞ GÖKYÜZÜNÜ!!!
http://blog.milliyet.com.tr/gri-bulutlar-kaplamis-gokyuzunu---/Blog/?BlogNo=353632
Güneş göstermiyor ki gül
yüzünü.
Cemreler düşmüş, bir,
iki, üç derken. Bahar gelmiş diyorlar. Badem ağaçları çiçek açmış, açmış da
dallar eğilmiş, boyun bükmüş çiçekler küsmüş!
Bahar başka mevsime
düşmüş!
‘’Yukarıda filler
tepişirmiş! Aşağıda çimenler ezilirmiş!’’
Gönüller buruk,
gözler yaş dolar!
Hüzün her yeri
kaplar!
Esenyurt’ta 11 işçi
diri diri yanar!
Bazıları’’Takdir-i
ilahi’’ diye teselli arar!
Nereden gelmişlerdi?
Neden? Kimlerdi onlar?
Ateş düştüğü yeri de
yakar, canlar da yanar!
Alışveriş merkezinin
inşaatına dökülür de milyonlarca dolarlar!
İşçilerin kaldığı, yangına
dayanaksız malzeme ile yapılmış naylon çadırlar!
Ya sigorta?
Sigortaları var mıydı?
Sen başla işe, çalış
çabala! İstim arkadan gelir, nasıl olsa!
***
Nedim Şener, Ahmet
Şık ve iki gazeteciyi daha saran o kapkara beton duvarlar!
375 gün sonra aniden
aralanırlar!
Ortalığı bir sevinç
dalgası kaplar!
Yeşermeye mi başladı
umutlar?
Ya daha, daha
niceleri var!
Ya beton duvarların
ardında kalan canlar!
Gün gelir, belki,
belki de onlar için de aralanırlar!
Gönüller üzgün,
gönüller hüzünlü. Gözlerde dolusuyla yaşlar!
Unutulamaz ki biçare
hissedilen anlar!
Unutulamaz ki
yaşanılanlar!
Sevinçler buruk!
Düşünceler buruk! Akıllarda artlarında kalanlar!
***
Gün gündür, gün
bugündür!
Günler, yılların
muhasebesinde solan güldür!
Madımak’ta, 37 candır
solan güller!
19 yıldır aranan
failler!
Gururludur, failleri
savunan avukatlar!
Zaman aşar!
Üzüntü, isyan
sokaklara taşar!
Bir daha, bir daha
yanar canlar!
Sivas’ta sonsuzluğa
kül olup savrulan ruhlar!
İçin için yanarlar!
Bir kez daha yanarlar!
Candır yanan!
Esenyurt’ta, Silivri’de, Sivas’ta!
Yanan canlar ayrı!
Akıbet aynı!
Bulutlar ağlar!
Sanmayın ki Güneş
parlar!
Güneş de solar!
Başka baharlara kalır
umutlar!!!
Ayşen Arslangiray
Kura
15.03.2012/ İzmir
Etiketler:
11 işçi,
Ahmet Şık,
Alışveriş merkezi,
Bulut,
can,
Esenyurt,
Gazeteci,
Güneş,
Madımak,
Nedim Şener,
Silivri,
Sivas,
takdir-i ilahi
5 Mart 2012 Pazartesi
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
http://blog.milliyet.com.tr/8-mart-dunya-kadinlar-gunu/Blog/?BlogNo=351930
Onlar, 129 can kırmızı gül idiler!
8 Mart 1857’de Newyork’da emeklerinin,
mücadelesini verirken soldular, küle döndüler!
Tam 110 yıl sonra, Birleşmiş Milletler
’in 8 Mart’ı Dünya Kadın Emekçilerinin günü ilan etmesi ile Dünya kadınlarının
simgesi oldular.
***
Kadınlar;
Bir gün değil! Yaşamları boyunca;
İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nde vurgulanan; insan haklarının, onlar içinde var olduğunun
bilinmesi ve de uygulanmasını,
Cinsiyet ayrımı yapılmadan, insan
olarak algılanmayı,
Şiddetten, taciz ve tecavüzden uzak
yaşamayı,
Bedenlerinin, emeklerinin ve
sevgilerinin sömürülmemesini ve de istismara uğramamayı, Yaşadıkları coğrafya, hayat
koşulları, renkleri, kültürleri, dilleri ve dinleri birbirlerinden farklı olsa
da kaderlerinin; gözyaşı, acı ve ölüm olmamasını,
Özgürlük, eşitlik, hak, hakkaniyet ve
adalet içinde sürdürebilmektir hayatı; tüm istek ve arzuları.
***
Ne yazık ki, Dünya’da ve ülkemizdeki
istatistiki bilgiler ve de yaşanan gerçekler, kadınların bu talep ve
arzularının tamamen aksini yansıtmaktadır.
‘’Afrika’da 135 milyondan fazla kadın
sünnet edilmekte, hamilelikte batılı kadınlara oranla %180 daha fazla risk
taşımaktalar.’’
‘’Suudi Arabistan’da; kadının oy
hakkı yok ve araç kullanmaları yasak! ‘’
‘’İran’da istisnalar haricinde,
boşanmaları yasak’’
‘’Asyalı kadınların büyük bir
çoğunluğu, Ortadoğu ve körfez ülkelerinde, evlerde hizmetçi olarak
çalışmakta.’’
‘’ABD’de de her 90 saniyede bir kadın
tecavüze maruz kalmakta.’’
‘’Kadın cinayetlerinin %70’i eşleri
veya sevgileri tarafından işlenmektedir.’’
Kadınların ekonomiye katkıları gün
geçtikçe kısıtlanmakta, çalışan kadınlar ise aldıkları ücret ve mevkii
konusunda en alt sıralarda kaldıkları gibi, işyerlerinde de mobinge maruz
kalmaktadırlar.
Ülkemizde; 39 milyon nüfusa sahip
olan kadınların, % 75 oranındaki kesimi çalışmamakta, %41,9 u fiziksel ve
cinsel şiddete maruz kalmaktadır.
Kadına yönelik şiddetin, son yıllarda
%1400 artmasına karşın, % 48,5 oranındaki kadın, uğradığı şiddeti anlatamamakta,
kadına yönelik şiddet konusunda; alt ve üst gelir grupları arasında da pek bir
farklılık bulunmamaktadır.
Geleneksel değerler, yaşam şartları,
kadına cinsiyet baz alınarak değer biçmekte; hayat tarzları ve şartları buna
göre şekillendirilmekte ve kültürel, çevre ve de mahalle baskısı gibi yöntemler
uygulanması nedeniyle, çalışan kadın oranının ülke genelinde % 20 nin altına
düştüğü, yapılan son araştırmalardan anlaşılmaktadır.
***
Kadınlar!
Bu günün ve sizin simgeniz olan 129
can kırmızı gülü unutmamalı!
Kendi haklarınıza ve tüm dünya
kadınlarının verdikleri, Kadın Haklarını savunma mücadelesine sahip
çıkmalısınız.
Sevdiklerinizin sıcacık bir
tebessümü, sevgi ile dolu bir bakışı ya da kır çiçeklerinden yapılmış bir demet
çiçeğin, size sunuluşu ile mutlu olmalı ve bu günü rant ekonomisine kurban etmemelisiniz!
8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz KUTLU
OLSUN.
Ayşen Arslangiray Kura
5.03.2012/İzmir
1 Mart 2012 Perşembe
Muhteşem Yüzyıl ve haremin büyüsü
http://blog.milliyet.com.tr/muhtesem-yuzyil-ve-haremin-buyusu/Blog/?BlogNo=351284
Gizdir, gizemlidir harem. Sadece izin
verilenlerin, izin verildiği ölçüde girebildiği ve görebildiği. Bu nedenledir
ki yüzyıllar boyunca gizemini, erişilmezliğini ve sırlarını korumuş hatta
günümüzde dahi korumaktadır.
Osman Bey’in çadırından, Devlet-i Aliye büyüdükçe ve
geliştikçe yerleşik düzene geçilmiş, Yıldırım Beyazıt zamanında düzene
konulmuş, Fatih Sultan Mehmet tarafından teşkilatlandırılmış ve Kanuni Sultan
Süleyman devrinde de en kapsamlı halini almıştır.
‘’Korunan yer, mukaddes alan’’ olarak sözlük anlamı
yüklenen Harem, yıllar yılı batılı yazarların ilgisini çekmiştir.
Harem-i Hümayuna giren, yabancı kökenli ya da gayrimüslim satıcı
kadınların, anlatımlarına istinaden hakkında birçok yazı yazılmış ve tablolar
yapılmış ise de bu bilgilerin doğruluk derecesi tartışılır.
Harem, padişahın evi ve özelidir. Protokolde ve
korunması gereken yerlerin birinci sırasındadır. Eski Floransa saraylarında
kadın, erkek birlikte eğlence tertip edilen haremlerin aksine Harem-i Hümayuna,
çok özel izin verilenler dışında erkeklerin girmesi yasaklanmıştır.
Padişah tarafından; emrindeki iki yüz zenci hadımla
‘’Kızlar ağası’’ ki ‘’Darüssade Ağa’’da denilen kişi haremin emniyet ve
güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir.
Harem, tüm mahremiyetine karşın cinsellikle anılmasına
ve de padişahın zevk-ü sefa âlemleri sürdürdüğü bir mekân olarak tanımlanmasına
karşın, bünyesinde üniversite niteliğinde eğitim kurumlarını barındırmıştır.
Padişah, haremin tek ve mutlak hâkimi olmakla
birlikte; haremin yönetimi Valide Sultan’da idi.
Haremde barındırılan kızlar ki tarihi kaynaklara göre
bunların sayıları zaman zaman 600- 700 civarını buluyordu. Haremde bulunan
kızlar genellikle savaş esirlerinden, esir pazarlarından alınan kızlardı. Ya da
Kırım hanlarının padişaha gönderdikleri armağan yahut da Kafkasya’nın fakir
köylerinden ailelerince saraya gönderilenlerdi. Haremdeki kızların, çoğunun
Çerkez, Abaza, Gürcü, Hırvat, Sırp nadiren de Venedikli oldukları
söylenmektedir.
Haremde yaşayan kadınlar, iki sınıfa ayrılmışlardı.
Alt sınıfta, sarayın gündelik işlerini gören, çırak, kalfa ve usta olarak
adlandırılanlar, üst sınıfta gedikliler vardı. Hareme ilk giren kızlar, dört
beş yıl süresince dikiş, nakış, dil ve müzik eğitiminden geçirilirler ve bu
eğitim sonunda başarılı olanlar, eğer ki şansları var ise padişahın gözdeleri
arasına girebilirlerdi.
Haremde gözde olan bir kız, kendi özel dairesine sahip
olur, Külhancı usta tarafından yıkanır, kutucu usta tarafından giydirilir,
haznedar tarafından değerli takılarla bezenerek, kızlar ağası tarafından da has
odaya götürülürdü.
Padişahın gözdeleri sırayla ikbal, haseki, baş haseki
ve baş kadın efendi isimleri ile adlandırılırlardı.
Haremde ilk evvela İslamiyet’i kabul eden kızlar, aynı
zamanda sıkı bir din eğitiminden de geçirilirlerse de bazılarının, dinlerini
değiştirmedikleri yine tarihi kaynaklarca iddia edilmektedir.
Haremde yaşayan ve yetiştirilen kızların bir kısmı da;
Enderun mektebinde edebiyat, ekonomi, bilim, dil, din ve devlet işleri
konularında eğitilerek, eğitim sonunda devlet erkânında görev verilen
içoğlanları ile evlendirilirler ve saraydan gelin olarak çıkarlardı.
Oğlu ölen valide sultan veya eşi ölen haseki haremden
ayrılarak, eski saraya gönderilirdi ki bu sarayın bir diğer adı da ‘’Gözyaşı
Sarayı’’ idi.
Haremde çok sıkı kuralların ve disiplinin olduğu ve bu
disiplini de valide sultanın nezaretinde Kethüda kalfanın sağladığı, kurallara
uymamakta direnen kızların cezalandırıldığı yazılı kaynaklarda
belirtilmektedir.
Kurallara uymamak dışında bir de büyücülük gibi
işlerle uğraşan kızların ise el ve ayaklarının bağlanarak, çuval içerisinde
denize atıldığı rivayet edilmektedir ki bir rivayete göre de Boğaz’da zaman
zaman balıkçıların, denizin derinliklerinden kadın çığlıkları duydukları
söylenmektedir. Tabii ki rivayet dedik! Doğruluğu tartışılır. Haremin gizemi
kadar yaşananlar da gizdir.
Harem bir efsanedir, yaşanmış bir efsane ama büyüsü
asla kaybolmamış. Bu gün bile baktığımızda, ya da haremle ilgili araştırıp,
okuduklarımızdan edindiğimiz duygu; haremin rüyaları süsleyen bir yaşam mı
olduğu ya da kâbuslara kucak mı açtığı bilinmez. Bilinemez!
Haremde yaşayan kadınların, giyim ve kuşamları,
taktıkları mücevherler ve sürdükleri kokuların, doğunun haşmetli ve mistik
havasını yansıttığını, günümüze ulaşan bilgilere dayanarak söyleyebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun harem gerçeğini yaşayan ve
yaşatan, harem hayatına damgasını vuran Hürrem Sultan, Nurbanu Sultan, Safiye
Sultan, Kösem Sultan ve Turhan Sultan gibi hasekileri sayabiliriz.
Bilinen gerçek şudur ki; harem hayatı ne kadar şaşalı,
depdebeli, şatafatlı olsa da, giyim kuşam ya da mücevherlerle donansa da
kadınların özgürlüklerinin olmadığı aşikârdır.
Haremdeki kadınların kendi çocukları üzerindeki
tasarrufları dahi kurallara bağlıdır.
Kim bilir belki de o şatafatın ardında, gizemli ve
büyülü dünyada; özgürlüğe yüklü özlemlerle ne gözyaşları akıtılmıştır!
Ayşen Arslangiray Kura
29.02.2012/İzmir
Etiketler:
Başhaseki,
Başkadınefendi,
cariye,
Darüssade Ağa,
Fatih Sultan Mehmet,
Harem,
Haseki,
İkbal,
Kanuni Sultan Süleyman,
Kethüda,
Kızlarağası,
Muhteşem Yüzyıl,
Yıldırım Beyazıt
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)