31 Ekim 2016 Pazartesi

Geziyorum... Kaz Dağları, Altınoluk, Avcılar



http://blog.milliyet.com.tr/geziyorum-kazdaglari--altinoluk--avcilar/Blog/?BlogNo=544624


Hazanı yaşamak var ya hüzün yüklenip de çıkmak dağların zirvelerine. Kızıllar, yeşiller, sarılar arasında.
Bir bulut olmak Gökyüzünde gri ve beyaz ya da sararmış bir yaprak, ağaç dibinde.

Yürüyorum. Yürüyorum. Yürüyorum…

Alabildiğine dik yokuşlarda, yol taşlı çakıllı ve zorlu. Yolun sağında, solunda, yanında ardında her bir yakasında zeytin ağaçları. Yemyeşil yapraklarının arasında yeşil, alaca ya da kararan meyveleri zeytinleri seyrede seyrede.

Fakir toprakların zengin ağacı diye nitelendirilen zeytin… Taşlı, çakıllı, kayalık, dik ve kıraç toprakların hazinesi zeytin. Belki en genci 80 belki 120 yaşında. Biraz dikkatli bakarsanız 300-400 yıllık ağaçlar da var aralarında. Anıt ağaç olma yolunda her biri.  Yüzyıllara meydan okuyan gövdeleri ve o gövdelerden yeşeren gencecik dalları. Dallarının üstünde binlerce zeytin… Hasata hazır…


Oksijen deposu, Homeros’un ilyada Destanında  ‘’Bin Pınar İda’’ diye adlandırdığı, İDA dağının, şimdiki adı ile Kaz Dağlarının eteklerindeyim.
Ve… Bu yolculuk hiç bitmesin dileğindeyim…
Yol boyunca, zirveye doğru ilerledikçe, tüm ağırlıkları attım üzerimden. Nelerle karşılaşacağım diye merak içerisindeyim.


Ruhum gezgin. Ruhum Özgür.
Metrelerce derinlikteki Şahin Deresi Kanyonu’nu seyrede seyrede tavşankanı, sıcacık bir çay eşliğinde mola; Avcılar Köyündeyim.
Kanyonda 7 tane gölet varmış da yukarıdan görmek olanaksız. Erişmek desen belki de imkânsız.
‘’Neden Altınoluk?’’ dedim, köy sakinlerine.
‘’Dön bir bak, alabildiğine mavidir Ege denizi. Işıltısı yansır Kaz dağlarına, tepelere. Güneş’in altın ışıkları oluk oluk süzülür, devasa çamların yaprakları arasından yüreğine yüreğine.’’
Aklım karıştı, anlatılan hikâyelerle, efsanelerle.
‘’Sarı kız’’ geldi mesela gözümün önüne.
Sonra aşkı uğruna gölette boğulan Hasan!
Güzellik yarışmasında, güzelliği tescillenen Afrodit… Daha neler neler.
Sabredin biraz, her birini anlatacağım sizlere.
Duyanlar, bilenler anlatsınlar diye bilmeyenlere.
Çok uzun yıllar boyu Türkmenler ve Yörüklerle beraber yaşamış Rumlar da Avcılar köyünde. Cumhuriyet döneminde Rumlar ile muhacirler yer değiştirmişler mübadele neticesinde.
Avcılar köyü sakinleri ‘’Yine gel, mahalli yemeklerimiz kıstırma, Üçkardeş ve gözlemenin nefasetini sunalım sana’’ dediler.

Antandros’un tarihi kalıntıları, Şahin Deresi Kanyonu’nun üstünde Şahin Tepe’de kurulan antik şehrin ve kale temellerini seyrede seyrede, Dedepınar’ından akan pınar suyunu içip, yolculuğa devam Dünya’nın 2. Oksijen deposu özelliğini taşıyan ormanın içinde. Bol oksijeni içime çeke çeke.
Yol aldım, Edremit Körfezi’nin bütünüyle tüm güzelliğini seyretmeye, daha daha da yükseklere.
Biter mi bu yolculuk yürüye yürüye?
İçimde bir his ‘’ Ne olur bitmesin’’ diye diye.
Sarıldım hazana, sararan yapraklara, yeşilin bin bir tonuna, kızıla ve tüm duygulara.

Ay buluta girende,
Dönüş vakti gelende…
Bir daha ki sefere sizler de gelin benimle birlikte.
Tarihe, geçmişe, mitolojiye, ülkemin birlikte yaşayan, nefes alan insan mozaiğine, günümüze, cennet köşelere selam ede ede…
Ne dersiniz?
Sevgilerimle…
Ay Şen




28 Ekim 2016 Cuma

Geziyorum... Kozak Yaylası







Yine çıktım yola…
Ayvalıktan, Gömeç istikametine doğru, sağ kenarda bir levha.
Kozak Yaylası…
‘’Kozak’’ adını, fıstık çamlarının kozaklarından aldığı söylenen taaa Ayvalık’tan; Bergama’ya kadar uzanan 50 kilometrelik yolun sağına dizi dizi yerleşmiş, dağ bayır, dere tepe her yerin fıstık çamları ile bezendiği; Türkiye’nin en büyük yaylalarından biri.






Anlatmakla bu güzellikleri ifade etmenin şu an zorluğunu yaşadığımı bilmenizi isterim ki mutlaka ve mutlaka görmeniz gerekli.

Bergama Krallığından beridir var olduğu bilinen fıstık çamlarının diyarı Kozak Yaylası.
Türkiye’de üretilen çam fıstığının %80’ni karşılayan, 5 milyondan fazla olduğu söylenen fıstık çamları, yolun kıyısında sonbaharın bin bir hazan rengine bürünmüş palamut meşeleri, çınarlar ve sararan kavaklar ile çevrelenmiş.

Granit kayaları ve kalkitli topraklarda yetişen fıstık çamlarının arasında sürüler halinde gezen keçiler, zaman zaman arabaların da önüne geçerek, mecburi mola verdirmekteler.



Bergama’ya 20 kilometre kala fıstıkların işlendiği bir fabrika var. Fıstık fabrikasına gittiğimizde, kozalaklardan makineler ile ayrılan fıstıkların, daha sonra da kabuklarından ayrıldığı düzenekleri izledik ancak fabrikanın içine sokmadıkları gibi, fotoğraf çekmeme de izin verilmedi. Sadece orada bulunan görevliler, Ekim ayının sonuna kadar toplanan kozalakların, Mayıs ayına değin kurutulduğunu ve daha sonra fıstık üretiminin başladığını belirttiler. Fıstık kabuklarının da 1200 derece gibi çok yüksek bir kaloriye sahip oldukları için, kabuklarının da fırınlarda ve kalorifer yakıtı olarak kullanıldığını anlattılar.




Kozak Yayla’sında ayrıca ‘’Kozak Üzümü’’nün yetiştirildiği bağlar ve bağların önünde ‘’ Bağdan beğendiğin üzümü seç, kes ve al’’ yazılı levhalar vardı.

Kozak yaylasında, Madra dağının zirvesinden de Ege Denizi ve Midilli Adası görünmekte. 16 köyü bünyesinde barındıran Kozak Yaylası’nda yaşayan halk başta çam fıstığı, üzüm, şarap, pekmez ve peynir üretimi ile geçimlerini sağlamaktalar.

Ormanın içindeki kıvrıla kıvrıla giden kilometrelerce yolun muhteşemliğini seyrederek, devasa çam ağaçlarının görünümünün güzelliğini ve oksijen yüklü havayı içinize çeke çeke Bergama’ya ulaştığınızda ise Kozak helvasını almadan sakın geçmeyin derim.

Gelin, görün ve gezin.
Tekrar tekrar bu güzellikleri yeniden görmek için tarifsiz bir arzu duyacağınızdan emin olabilirsiniz.
Doğa sporlarının, traking gezilerinin yapılabildiği Kozak Yaylası’nın muhtelif açılardan çektiğim fotoğrafları ile de yazımı süslemeye çalıştım.

Ülkemizdeki cennet köşelerden bir başka cennet köşeyi yine anlatabilmek, sizlere tanıtabilmek ümidiyle…

Sevgiler sunuyorum…

Ay Şen