http://blog.milliyet.com.tr/muhtesem-yuzyil-ve-haremin-buyusu/Blog/?BlogNo=351284
Gizdir, gizemlidir harem. Sadece izin
verilenlerin, izin verildiği ölçüde girebildiği ve görebildiği. Bu nedenledir
ki yüzyıllar boyunca gizemini, erişilmezliğini ve sırlarını korumuş hatta
günümüzde dahi korumaktadır.
Osman Bey’in çadırından, Devlet-i Aliye büyüdükçe ve
geliştikçe yerleşik düzene geçilmiş, Yıldırım Beyazıt zamanında düzene
konulmuş, Fatih Sultan Mehmet tarafından teşkilatlandırılmış ve Kanuni Sultan
Süleyman devrinde de en kapsamlı halini almıştır.
‘’Korunan yer, mukaddes alan’’ olarak sözlük anlamı
yüklenen Harem, yıllar yılı batılı yazarların ilgisini çekmiştir.
Harem-i Hümayuna giren, yabancı kökenli ya da gayrimüslim satıcı
kadınların, anlatımlarına istinaden hakkında birçok yazı yazılmış ve tablolar
yapılmış ise de bu bilgilerin doğruluk derecesi tartışılır.
Harem, padişahın evi ve özelidir. Protokolde ve
korunması gereken yerlerin birinci sırasındadır. Eski Floransa saraylarında
kadın, erkek birlikte eğlence tertip edilen haremlerin aksine Harem-i Hümayuna,
çok özel izin verilenler dışında erkeklerin girmesi yasaklanmıştır.
Padişah tarafından; emrindeki iki yüz zenci hadımla
‘’Kızlar ağası’’ ki ‘’Darüssade Ağa’’da denilen kişi haremin emniyet ve
güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir.
Harem, tüm mahremiyetine karşın cinsellikle anılmasına
ve de padişahın zevk-ü sefa âlemleri sürdürdüğü bir mekân olarak tanımlanmasına
karşın, bünyesinde üniversite niteliğinde eğitim kurumlarını barındırmıştır.
Padişah, haremin tek ve mutlak hâkimi olmakla
birlikte; haremin yönetimi Valide Sultan’da idi.
Haremde barındırılan kızlar ki tarihi kaynaklara göre
bunların sayıları zaman zaman 600- 700 civarını buluyordu. Haremde bulunan
kızlar genellikle savaş esirlerinden, esir pazarlarından alınan kızlardı. Ya da
Kırım hanlarının padişaha gönderdikleri armağan yahut da Kafkasya’nın fakir
köylerinden ailelerince saraya gönderilenlerdi. Haremdeki kızların, çoğunun
Çerkez, Abaza, Gürcü, Hırvat, Sırp nadiren de Venedikli oldukları
söylenmektedir.
Haremde yaşayan kadınlar, iki sınıfa ayrılmışlardı.
Alt sınıfta, sarayın gündelik işlerini gören, çırak, kalfa ve usta olarak
adlandırılanlar, üst sınıfta gedikliler vardı. Hareme ilk giren kızlar, dört
beş yıl süresince dikiş, nakış, dil ve müzik eğitiminden geçirilirler ve bu
eğitim sonunda başarılı olanlar, eğer ki şansları var ise padişahın gözdeleri
arasına girebilirlerdi.
Haremde gözde olan bir kız, kendi özel dairesine sahip
olur, Külhancı usta tarafından yıkanır, kutucu usta tarafından giydirilir,
haznedar tarafından değerli takılarla bezenerek, kızlar ağası tarafından da has
odaya götürülürdü.
Padişahın gözdeleri sırayla ikbal, haseki, baş haseki
ve baş kadın efendi isimleri ile adlandırılırlardı.
Haremde ilk evvela İslamiyet’i kabul eden kızlar, aynı
zamanda sıkı bir din eğitiminden de geçirilirlerse de bazılarının, dinlerini
değiştirmedikleri yine tarihi kaynaklarca iddia edilmektedir.
Haremde yaşayan ve yetiştirilen kızların bir kısmı da;
Enderun mektebinde edebiyat, ekonomi, bilim, dil, din ve devlet işleri
konularında eğitilerek, eğitim sonunda devlet erkânında görev verilen
içoğlanları ile evlendirilirler ve saraydan gelin olarak çıkarlardı.
Oğlu ölen valide sultan veya eşi ölen haseki haremden
ayrılarak, eski saraya gönderilirdi ki bu sarayın bir diğer adı da ‘’Gözyaşı
Sarayı’’ idi.
Haremde çok sıkı kuralların ve disiplinin olduğu ve bu
disiplini de valide sultanın nezaretinde Kethüda kalfanın sağladığı, kurallara
uymamakta direnen kızların cezalandırıldığı yazılı kaynaklarda
belirtilmektedir.
Kurallara uymamak dışında bir de büyücülük gibi
işlerle uğraşan kızların ise el ve ayaklarının bağlanarak, çuval içerisinde
denize atıldığı rivayet edilmektedir ki bir rivayete göre de Boğaz’da zaman
zaman balıkçıların, denizin derinliklerinden kadın çığlıkları duydukları
söylenmektedir. Tabii ki rivayet dedik! Doğruluğu tartışılır. Haremin gizemi
kadar yaşananlar da gizdir.
Harem bir efsanedir, yaşanmış bir efsane ama büyüsü
asla kaybolmamış. Bu gün bile baktığımızda, ya da haremle ilgili araştırıp,
okuduklarımızdan edindiğimiz duygu; haremin rüyaları süsleyen bir yaşam mı
olduğu ya da kâbuslara kucak mı açtığı bilinmez. Bilinemez!
Haremde yaşayan kadınların, giyim ve kuşamları,
taktıkları mücevherler ve sürdükleri kokuların, doğunun haşmetli ve mistik
havasını yansıttığını, günümüze ulaşan bilgilere dayanarak söyleyebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun harem gerçeğini yaşayan ve
yaşatan, harem hayatına damgasını vuran Hürrem Sultan, Nurbanu Sultan, Safiye
Sultan, Kösem Sultan ve Turhan Sultan gibi hasekileri sayabiliriz.
Bilinen gerçek şudur ki; harem hayatı ne kadar şaşalı,
depdebeli, şatafatlı olsa da, giyim kuşam ya da mücevherlerle donansa da
kadınların özgürlüklerinin olmadığı aşikârdır.
Haremdeki kadınların kendi çocukları üzerindeki
tasarrufları dahi kurallara bağlıdır.
Kim bilir belki de o şatafatın ardında, gizemli ve
büyülü dünyada; özgürlüğe yüklü özlemlerle ne gözyaşları akıtılmıştır!
Ayşen Arslangiray Kura
29.02.2012/İzmir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder