10 Aralık 2014 Çarşamba

Biz Osmanlıcayı tartışırken ülkede ve Dünya'da neler oluyor?


http://blog.milliyet.com.tr/biz-osmanlicayi-tartisirken-ulkede-ve-dunya-da-neler-oluyor-/Blog/?BlogNo=482461



Haberiniz var mı?
Yine değişti gündem!
Ve…
Millet olarak konuşmayı çok severiz biz, her dem!
Leyleğin ömrü geçermiş lak lak ile!
‘’Atı alan, Üsküdar’ı geçermiş’’ güle güle!
Mektep, medresede okumak ilim, irfan bilmek güzel değil midir?
Osmanlıca nedir? Ne değildir? Dil midir?
Osmanlı ırk mıdır? Dili nicedir?
Mesela şu an Osmanlı arşivleri nerededir? Ne haldedir? Kimler girebilir? Kimler okur, kimler çözümler?

Bırakınız! Öğrensin gençler!

Hazır ilkokul birinci sınıftan beri, el yazısı ile yazmayı da öğreniyor iken çocuklar! Daha kolay okuyup yazacaklar! Daha ne ki? Allah’tan el yazısını minik öykü kitaplarına da uygulamış bazı yayınevleri de çocuklar okurken fazla zorlanmasınlar, diye! Alt yapıda hazır!

Bir dil bir insansa… İngilizce, Almanca, Fransızca ya da Osmanlıca! Bilmenin ne zararı var?
Türkçe’yi doğru okuyup, doğru yazmasını tam anlamıyla öğrendikten sonra!

Biz gündemi tartışırken, bakın neler olup bitiyor.

‘’OECD (İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) Türkiye’deki gelir dağılımındaki adaletsizlikte en kötü gelişme gösteren ülkeler arasında Meksika’dan sonra 2. Ülke olduğumuzu ‘’ açıklamış! Birinciliği kimseye kaptırmayız aslında da bu kez kaptırmışız!

‘’İzmir, Urla, Ovacık köyünde yapılması planlanan RES (Rüzgâr Enerji Santrali) için, ÇED raporuna gerek görülmemiş! 1806 adet kızılçam ağacının kesilmesinin Tabiat Varlıklarını Koruma ve Doğal Sit alanına aykırı olmadığına karar verilmiş! Bu karara karşı çıkan Ovacık köylülerinin de ağaç kesilen alana girmesi yasaklanmış! Zeytinler derken! Sıra kızılçam ormanlarına gelmiş! Daha daha sıradakiler bilinmezmiş!

Kadına şiddet ve kadın cinayetleri tam hız hüküm sürmeye devam ediyor! Her gün bir ya da 2 kadın, cenneti boyluyor, kocalarının eli maharetiyle. Hani ‘’cennet anaların ayakları altında’’ ya! Cennet konusunda yardımcı oluyor, adamlar! Esaslı hocaları da var! Çalışan kadınlar ah ah ‘’fuhuşa teşvik’’ ediyorlarmış ya! El âlemin yatak odasının perdeleri açık! Hocalar röntgende! İyi bilirler zahir!

George Orwel’i çok seven yazarımız Alev Alatlı’nın damadını, TT Net Genel Müdür vekilliğine atamışlar! Rivayet midir, nedir bilinmez! Dedikodu kulislerini kim karıştırır, kimse bilmez!

Yurttan sesler, burada kalsın! Biraz da gelelim Dünya’da olup bitene!

‘’Fransa’da güvenlik güçlerinin kamu düzenini sağlamak için kullandıkları gaz bombalarını; bir genç ebediyete intikal etti diye İç İşleri Bakanı Bernard Cazeneuve -Bir daha böyle bir olayın yaşanmasını istemiyorum ve kamu düzenini sağlamak için güvenlik güçlerinin gaz bombalarını kullanmasını yasaklıyorum- demiş! ‘’

Amerika’da ki bilim adamları, suni tohumlama ile döllendirdikleri penguen yumurtasını ( nasıl yaptılarsa?) 12 hafta kuluçkaya yatırıp, hayata ‘’merhaba’’ diyen penguenin boy boy fotoğraflarını çekip yayınlamışlar. Amerika’da öğrencilerin okudukları fen kitaplarında, insan dâhil tüm canlıların nasıl ürediklerine dair bilgileri içeren kısımların, halen neden yasaklanmadığı açıklanmadı henüz!

Güney Kore’de üniversite sınavında 2 soru hatalı imiş! Bunun üzerine Eğitim Bakanı Hwang Woo Yea, soruların hatalı olduğunu kabul etmiş ve özür dileyerek, görevinden istifa etmiş! Çok ilginç bir gelişme!

Bir istifa haberi de Portekiz’den.

İstifa eden edene! Bir istifa furyasıdır gidiyor!

Yolsuzluğa karıştığı iddia edilen İç İşleri Bakanı Miquel Macedo; yolsuzluk iddialarına cevap olarak ‘’istifam, sadece kişisel ve siyasal görüşlere dayalı bir karardır’’ diyerek açıklama yapmış!

Ha bu arada unutmadan!

NASA, gelecekte insanlar Mars’a rahat rahat gidebilsinler diye yeni uzay kapsülü ORİON’u deneme uçuşuna hazır hale getirmiş!

İngilizler de insan dışkısı ve atık yemek artıklarından çıkan gazlarla çalışan otobüs yapmışlar. B.kun içinde yüzecekler! Yok, pardon gidecekler! Haberleri yok!

TOKİ’de şehit  ve gazi ailelerine 13 yıl önce tahsisi edilen evleri ya satın alın ya da 30 gün içinde boşaltın diye geri istemiş! Doğru mudur bilinmez! Hadi o evleri geri versinler aileler de ya şehitler geri gelecekler mi? Ya da uzuvlarını kaybeden, gazilerin kayıp uzuvları?

Flaş flaş… Son dakika… ‘’Bedelli askerlik’’ meclisten geçti… Bekleyenlerin gözü aydın olsun…

Aydın deyince! Bizim iller, isimlerinden bıkmışlar! İsmimizi değiştirin diye tutturmuşlar!  ‘’Zaman düşünme ve uygulama devri.’’ Neden olmasın?

Aklıma geldi şimdi!
Sahi, Piri Reis neden idam edilmişti?
Arşivleri mi araştırsak ki?
Ya da…
Mezar taşında, yazar mı ki?

Ay Şen…






4 Aralık 2014 Perşembe

Bedelli askerlik derken!


http://blog.milliyet.com.tr/bedelli-askerlik-derken-/Blog/?BlogNo=481963



Bedel Hanya’ya, siz soluksuz gitmeyin Konya’ya!
 Yağ sürmeyin ekmeğine, dolandırıcıların!
Zira onlar hazır asker gibi siperde!
Bizim milletimiz kandırılmaya çok müsait! Şimdi telefonlarınıza günde birkaç tane mesaj düşmeye başlar!

‘’Bedelli askerlik için kredi sağlanır!’’

Sakın ha…

Bankaya maaş almaya gidersin. Ekranda kocaman bir yazı. ‘’Hiçbir emniyet görevlisi, polis veya savcı sizden para istemez, böyle bir durum için para çekmeyin ve hemen 155’e haber verin.’’ Ve… Buna rağmen, yıllardır bu tür dolandırıcılık işlerini yapan karanlık kişiler, yakalanmalarına, medyada ifşa edilmelerine ve halk da bu konuda defalarca uyarılmasına karşın. Halen bunlara inanan insanlar var. Bizim millette dikkat eksikliğimi var? Yoksa ayakta uyutulmaya bu kadar hazırlar mı?

Vakti zamanında da bazı Avrupa ülkelerinden telefonlarla aranan kişiler, duydukları kadın sesinin cazibesine kapılıp, anlatılan hikâyeye kanıp, kadınları kurtarmak pahasına, binlerce lirayı ‘’O’’ kadınlara havale etmiyorlar mıydı? Nasıl kurtaracaklarsa! Kadınlar gelen paraları da çatur çatır çutur yiyip, başka kurbanlar arıyorlardı! Bir de televizyon programlarına telefonla bağlanıp, bizimkileri nasıl tongaya düşürdüklerini anlatıyorlardı. Hali hazırda devam ediyor mu bilemem de!

Uyanık olmakta fayda var!
Tabii bu arada cennetin anahtarını vaat eden sahte müteahhitlere binlerce lirasını kaptıran insanları da unutmamak lazım. Cennet, nasıl vaat edilirse parayla?  Parayı götürenler zevk-i sefada, kaptıranlar saç baş yolmakta!

Kredi kartı borçları yüklenen insanlara gelen mesajlar da cabası! ‘’Kredi kartınızın borcunu biz ödeyelim! Siz bize ödeyin! Diyen ve  kurumsal tefecilerin elinden, karanlık tefecilerin eline düşen insanlar!

Bitmedi…! 

Bankaların kredi işlemleri esnasında tüketicilerden almış oldukları dosya masraflarının, tüketicilere iade edilmesi gündeme geldi. Bu kez de her gün telefonlara ya sayısız mesaj düşüyor, ya da telefon geliyor, bilinmedik telefon numaralarından! Telefon numaralarımızı nasıl buldukları da ayrı bir konu! Sizi arayan numaraya dönerseniz veya telefonda konuşan kişinin söylemlerine inanır,  yanılıp da kredi kartı bilgilerinizi verirseniz es keza! Yandı gülüm, keten helva! Ayıkla ondan sonra pirinçte ne kadar taş varsa!

Şimdi bedelli askerlik çıktı ya! Bazılarında hazır para da olmaz mesela! Ya da satıp satacakları gayrimenkulleri falan.  Eee sıcak para lazım acilen! Fakir gider askere, para bulan bedelliyi ödemeye! Şimdi dolandırıcılar, durumu fırsat bilip, mesajla ya da telefonla veya internet sitelerinde ’’kolay kredi’’ falan diye kişileri aldatma yoluna gidebilirler!

Aman dikkat!
Kulak ardına atmayın!
Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayın!
Benden söylemesi…

Ay Şen

Yandı gülüm keten helva; İş işten geçti anlamında kullanılan bir deyimdir.

Vakti zamanında iş bilir bir helvacı! Zamandan tasarruf etmek için kos helva ile keten helvayı aynı anda pişirmeye kalkar ve helvalar yanar. Yanık helvaların kokusunu taa üst kattan alan eşi, helvacıya seslenir ‘’ne bu koku, ne oluyor?’’ diye. Helvacı cevap verir ‘’yandı gülüm, keten helva!’’


25 Kasım 2014 Salı

Ayakkabılar firarda!

http://blog.milliyet.com.tr/ayakkabilar-firarda-/Blog/?BlogNo=480999


Babasının elini tutmuştu sımsıkı. Daha az evvel döktüğü gözyaşlarının izi duruyordu solgun yanaklarında. Ayakkabılarının tabanları çıkmış, bir elinde tabanı çıkmış ayakkabısı ile seke seke dönmüştü okuldan, sokakta ezile büzüle, utana sıkıla. Yol boyu utancından iyice küçülmüştü. Göz ucuyla insanlara bakıyor bir yandan da tutamadığı gözyaşlarını, dudak kıvrımları arasında zapt etmeye çalışıyordu.

Eve ulaştığında artık hıçkırıkları çağıl çağıl çağlıyordu. Annesi şaşkın kapıyı açtı! ‘’Ne oldu?’’ Diye haykırdı. ‘’Düştün mü? Bir yerine bir şey mi oldu?’’

Sessizce uzattı ayakkabılarını! ‘’Bak ‘’ dedi. ‘’Bak…!’’

İşten yorgun argın gelen babası belirdi ardında. ‘’Tamam, hanım, bağırma çocuğa!’’

Uzattı kocaman ellerini sevgiyle minik kızın saçlarına, okşadı. ‘’Hadi üzülme, bırak ağlamayı da! Alırız yenisini.’’ Bunları derken düşündü bu arada da. Cebinde çok az para vardı. Bankalara kredi ödemesi yapmıştı. Hani o bitmez tükenmez banka borçlarını kıtım kıtım ödeyeceğim diye Ali’nin külahını Veli’ye misali, kırk takla atıyordu tabiri caizse. Hani ülkede kişi başına düşen milli hâsıla dolarlarla ifade ediliyordu da onlara nasip olmuyordu o dolar bazında söylenen paranın senti bile! Nasıl işse?

Kızının elinden tuttu, ayağına bir terlik giydirdi ve baba kız akşamın alacasında pazara doğru yol almaya başladılar. Allah’tan ki bu gün semt pazarı vardı. Ucuz yollu sergiden bir ayakkabı alacaktı çocuğuna. Cebindeki para ancak onu almaya yetebiliyordu! Olsun… Kızı ağlamayacaktı.
Aslında bilmiyordu!
Birkaç gün önce Çin’den ithal edilen, kadın, erkek, çocuk ayakkabılarında Kanserojen içeren zehirli madde Azor boyası tespit edilmişti.
‘’Milliyet Gazetesi'nden Tolga Şardan'ın haberine göre, İstanbul Erenköy Gümrüğü'nde incelenen 25 bin 510 çift ayakkabıda kanserojen madde olarak bilinen Azor boyaya rastlandı ve ithalat izni verilmedi. 20 Ekim'de yapılan tespitin ardından ayakkabılarla ilgili gerekli işlemler tamamlandı ve imha kararı alındı.
Tekrar TIR'lara yüklenen ayakkabılar Kocaeli'ndeki bir atık imha tesisine götürüldü. İşlem için tespit yapılmak istenince; kolilerde imha amacıyla gönderilen gerçek ayakkabıların olmadığı, daha önce piyasadan iade alınan eski ve yırtık ayakkabıların bulunduğu görüldü. Aralarında çocuk ayakkabılarının da olduğu kanserli madde içeren ayakkabıların izine rastlanamadı. Ayakkabıların bekletildiği antrepoyla ilgili inceleme başlatıldı.’’
Ve…
Şimdi O kaybolan ayakkabıların akıbeti meçhul!
Ayakkabılar kayıp!
Yenilerle, eskiler yer değiştirmişler bir çırpıda!
Kuş olup uçtular mı? Toz olup kondular mı? Bilinmez de!
O kanserli madde içeren ayakkabılar nerede, hangi pazar tezgâhlarında, hangi sokak arasındaki raflarda satılmakta! Hangi çocukların ayağında?
Ne vahim bir durum!
Biz ağlarken, kahrolurken bir çift kara lastiğin haline!
Şimdi binlerce çocuğun ayağına giyeceği kanserojen etkili ayakkabıların peşine düştük, düşmesine de!
Nerede? Nasıl? Kim bilir? Kim bulur?
Nasıl bulunur?
Belki ‘’O’’ küçük kız ağlamayacak bir müddet, yeni ayakkabılarını giyip okula gidecek, sevinerek!
Ya onun ve diğerlerinin sağlığını bekleyen büyük tehlike?
Bilemeyecek hiç kimse!
Birilerinin, 3-5 kuruş fazla para kazanalım hırsı; binlerce insanın sağlığını hiçe sayacak!
Her şey gibi, bu da unutulup gidecek!
Hayat, kör topal, öylesine devam edecek!

Ay Şen…

Yazarın notu;
Antik bir Hint masalı ile son nokta…
‘’Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretmiş. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla güldü; o bilge bir adamdı. Dedi ki: “Kralın fikri en basitinden komik.”
Kral çok kızmıştı ve maskaraya dedi ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.”
Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” dedi. Ve ayakkabılar bu şekilde doğdu.
Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur. ''
Ayakkabılardan önce, vicdan kayboldu!
Vicdan, cüzdanın ardında yok oldu!


20 Kasım 2014 Perşembe

''Bu tarz benim!''


Bir furyadır gidiyor günlerdir. Millet kilitlenmiş televizyonların önüne!
Efendim, sıra geldi 80’lerin konseptine!
Kim ne giymiş?
Nasıl gezmiş o yıllarda?
Elbette modayı takip edecek insanlar, elbette dışarı çıktığında ya da ev de bile olsa çeki düzen verecek kılığına kıyafetine.
Moda neymiş?
2 yılı aşkın bir süredir televizyon açmıyor ve seyretmiyorum ben!
Televizyonun ilk evlerimize geldiği yılları hatırlıyorum da! Siyah beyaz… Ne mümkün herkes alabilsin. Misafirlikler ‘’telesafir’’ bazen de ‘’ototelesafir’’ haldeydi. Saat 12 dedi mi yayın istiklal marşı ile nihayetlenirdi. Televizyonun denen cihazın evlerimize iyice yerleşmesi ve hatta aileden biri olup çıkması neticesinde; insanlar o cam kutudan bir türlü ayrılamaz, gözlerini alamaz hale geldiler. Zaten kitap okuma ya da okuma oranları ülke bazında istatistiki rakamlara göre yerlerde sürünürken, şimdi yüzdeler eskisinden de çok düşük ve her şeyi cam kutudan görür öğrenir oldu insanlar? Ne kadar? Haberler ve gerçekler, sana sunulduğu kadar! Ötesi yok! Bilmene de gerek yok!
Televizyonun insanlara sağladığı katkıyı, kişiler kendilerine göre değişik yönlerde değerlendiriyorlar. İnsanları eğitmesine gerek yok! Eğitim aracı da değil!  Maksat eğlendirmek mi yoksa insanların akıl ya da algı veya sorgulama yetilerinin uyuşturularak köreltilmesi mi? Ya da hepsi mi? Allah bilir! Dizi dizi diziler, çeşit çeşit programlar! Kazanılan paralar, reklam gelirleri ve cam kutuya kilitlenmiş insanlar! Gelsin artistler, gitsin artistler. Bir günlük şöhret bile yeter diyenler! Bunca yıldır ‘’biri bizi gözetliyor’’ gibi programlardan hangisindeki kişi ya da kişiler kaldı akıllarda veya ortalıklarda? Yok!
Bugüne değin belki binlerce insan geçip gitti bu programlardan, boy gösterdiler. Gün oldu kavga ettiler, gün oldu aşk yaşadılar kendilerince veya şarkı söyleyip şöhret kapılarını açmaya çalıştılar. Kimi özel yeteneklerini sergiledi, kimi göbek attı kim daha güzel atıyor diye, kimi sanat icra etti, kimi de komedi yaptı. Hatırlayabiliyor musunuz? Hangi programlar vardı ve kimler kaldı, bu suyun üstünde? Belki birkaç kişi! Gerisi, kuyruklu yıldız misali ekranlardan kayıp geçti!
Ya ülke gündemi?
Ülkede olup bitenler?
Gezi parkı!
Taksim!
Taksim’de bir saat durduk yerde yerinden vinçle sökülüp kaldırılan otobüs durağı! Otobüs durağının kaldırışına bakan insanların şaşkın bakışları! Neden? Ne için? Kim kaldırdı, bilen yok!
Yine söz konusu edeceğim ki unutuldu birçok yaşadığımız şeyler. Mesela Van depremi! Unuttuk… Unutturuldu! Depremden sonra insanların çektikleri çileler ve halen çektikleri.  Ne haldedirler? Ne yer ne içerler? Bu soğuk iklim şartlarında nerelerde kalır, nasıl yaşarlar?
Şehit babasının derme çatma kapısını eskimiş kilim parçası ile kapattığı kumdan evi!
Halen kayıp çocuklarının izlerini aramaktan yılmayan anneler!
Tersanelerde iş kazasına kurban giden işçiler!
Kaz dağlarındaki doğa katliamı ve eklenen yenileri!
Her gün katledilen şiddet mağduru kadınlar veya çocuklar!
Cinsel istismara maruz kalan yüzler veya binler!
Madenler!
Soma ve orada yitirdiğimiz canlar! Ardında yok ve yoksulluk içinde kalanlar! Çocuklar! Çocuk gülüşleri dudaklarının kenarında donup kalan çocuklar!
Sonra zeytinler!
Zeytinleri kesilmesin diye yerlerde sürüklenip dayak yeme pahasına nöbet tutan köylüler ve hüsran!
Kesilen zeytin ağaçlarından hasat yapıp 3-5 kuruş kazanayım diye çabalarken, yağ fabrikasından dönüşte trafik kazasına kurban giden insanlar!
Ermenek’te günler sonra suyun içinden birbirine sarılmış bir halde çıkarılan cenazeler! Cenazeleri çıkaran kurtarma ekiplerinin tutamadıkları gözyaşları!
‘’Bonzai’’ denen illete ve uyuşturucuya kurban verdiğimiz ve her geçen gün sayıları çoğalan gençler!
Sonra ‘’Bir çift lastik ayakkabı altında ezilen Türkiye’’
İçim ezik, ruhum buruş buruş!
Ben televizyon seyretmiyor, gündemi okuyarak ve kahrolarak izliyorum.
Nereye ve nasıl gidiyoruz? Onu da bilemiyorum!
Daha sayamadığım neler neler!
‘’Bızımla değilsın!!!’’
Değilim!
‘’Bu tarz da benim!’’  arkadaşlar!
Kimse kusura bakmasın!


Ay Şen

8 Kasım 2014 Cumartesi

''Zeytinyağlı yiyemem aman!''

http://blog.milliyet.com.tr/---zeytinyagli-yiyemem-aman---/Blog/?BlogNo=479341

Basma da fistan giyemem aman!
(Basma fabrikaları da kapandı ki! Bulursan giymemezlik etme sakın!)
Verin benim ağacımı geri!
Ben zeytinsiz yapamam aman!

Ne güzel türküdür, cıvıl cıvıl, kıpır kıpır...
Gerçi son zamanlarda cıvıldamak bile ''muhtemel suçlu'' kapsamında da!
Türküler de cıvıldamaktan geçti vaz!
Kuşların ağıtları avaz avaz!

Şimdi!
Sorsam ki size! ''Ağacı olmadan portakalı nereden bulursunuz?'' diye.
Sakın ola ''marketten buluruz'' cevabını vermeyin! Kahırdan asık yüzüme.
Ne alaka da demeyin!
Ha portakal, ha zeytin!
Ağacı olmadan, kökleri salınmadan toprağa...???

Kıyım kıyım kıyılır mı o güzelim ağaçlara?
Kıyılır!
Bugün binlercesine!
Yarın milyonlarcasına!
Hangi ağaca konacaklar şimdi ‘’O’’ kuşlar?
Hangi dalda şakıyacaklar?

Yemek tariflerinizden falan çıkartın zeytinyağını!
Artık, bir avuç zeytini bulamazken, nasıl bulacaksınız ki yağını?

Ağla eli kınalı anam ağla!
Ağla ki inleyen dağ taş dinlesin!
İstimlak paralarını alırken gülen gözlerin; şimdi yanıyorsa yasla!
Vakti zamanında düşünmeden oy verdiklerine; şimdi sırtını yasla!
Aslında benim kaygım değil sizin dökülen gözyaşlarınıza!
''Kendi düşen ağlamaz! '' demiş atalarımız UNUTMA!

Ben ağlarım.
Ben yanarım.
Yüzyıllar boyu hiç bir karşılık beklemeden, bıkıp usanmadan 
Ürün veren o güzelim ağaçlara!


21 Ağustos 2014 Perşembe

<div style="width: 468px !important;height: 60px !important;"><div style="display: block;"><a href="http://satis.hurriyet.com.tr" class="BoomadsButtonLink99" target="_blank"><img src="http://widget.boomads.com/images/bumerangWidget/bumerang-dogum-gunu-46860.gif" alt="Bumerang - Yazarkafe"/></a></div></div><script type="text/javascript">
boomads_widget_client = "bc016d639c644a538c8ab5848fa29613";
boomads_widget_id = "99";
boomads_widget_width = "0";
boomads_widget_height = "0";
boomads_widget_trackingparameter = "http://satis.hurriyet.com.tr";
</script><script type="text/javascript" src="http://widget.boomads.com/scripts/widget.js"></script>

29 Mayıs 2014 Perşembe

DUR...

‘’DUR…!’’ demek geliyor içimden… ‘’DUR…!’’
Takılma ‘’O’’ örümcek ağına
Heyhat ki heyhat…
Ne fayda?
Çoktan çırpınır olmuşsun, ‘’O’’ ipeksi kollarda!
Çaresiz… Bir başına!
Avını kollar hep, uzaktan uzağa! 
Yazıktır döktüğün gözyaşlarına!
Yazıktır attığın çığlıklara!
Tenezzülü bile yoktur yaklaşmaya!
Bir anda çakılırsın baş aşağıya!
Ne ilksin, ne de son olacaksın!
Sen de bir gün anlayacaksın!
Sonradan… Sonraya…!
Lâkin…!

Ay Şen...