Ve aşk…
Ve hüzün
Ve hüsran…
Ve ayrılık…
Ve…
Gerçekler…
Bir kadın… Saatler sabırla halvet olmuş. Heyecan sığmaz
içine, taşar taşar deli çağlayanlar misali. ‘’Dile kolay, tam 21 ay oldu.’’
Diye söylenir kendi kendine.
‘’Gözlerinin derinliklerinde kaybolduğum, aşk ateşinin içine
düştüğüm ‘’ O’’ günün üstünden geçen 21 ay. Ümitlerim, beklentimin en büyük
yardımcısıydı bunca zaman. Aylar ayları
kovaladı. Mevsimler desen gönlümdeki gibi hep papatya zamanı. Ve… Şimdi
yeniden…’’
‘’Su akar da yolunu bulur muydu?’’
Bir erkek…
Ihlamur ağacının gölgesi düşmüştü, yer yer yıpranmış
brandanın üstüne. Kasım’a inat çıkan Güneş huzmeler halinde düşüyordu, tahta
masanın üstündeki örtüye. Yavaşça ilişti masanın kıyısındaki sandalyeye.
Kadının gözlerinden süzülen yaşları sildi parmak uçlarıyla nazikçe. ‘’Ağlama’’
dedi. Elleri titriyordu. ‘’Bir kahve içimi kadar zamanım var! Gitmem lazım!’’
Kadının dudaklarından belli belirsiz dökülen bir iki sözcüğü bile duymadı
telaşından.
İçilen kahveler yarım kaldı! Bardaklardaki sular da! Erkek
hızlıca kalkıp, apar topar, geldiği gibi gitti. Kadın anlamadı! Büründüğü
sessizliğin girdabında kayboldu. Hissettiği derin duygular, özlem, sevgi yerini
hüsrana bıraktı.
Hani bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı? Ya yarım kalınca?
Aklında bin bir soru. Bin bir acaba!
Ve…
Gerçekler…
Bu hayatta herkes kendi yoluna gider…
&&&
Bir kadın…
Ellerinde, avuçları ile sımsıkı sıktığı yumak halindeki
yeşil yün çoraplar. Sıvasız tuğlalardan örülmüş bir göz oda. Odanın duvarları,
içerden naylon örtülerle kaplanmış. Ev demeye ispat şahit ister! O göz odanın
ortasına kurulmuş derme çatma bir kömür sobası. Sobanın üstündeki güğümden
çıkan buharlar, kadının gözyaşları ile karışmış, damla damla dökülüyor
esvabına.
‘’Gitme!’’ dedim. ‘’Gitme!’’
‘’Daha bir hafta önce yanımdaydı. Şimdi yok !’’
Gözleri kan çanağı gibi, yaş yerine kan damlıyor sanki.
Kocaman bir kor alev, oturmuş taaa ciğerinin ortasına. Boğazında düğüm düğüm
düğümlenen hıçkırıklarının arasında, boğuluyor tüm sözcükler!
Şehit olan oğulcuğuna mı yansın?
Kanayan ana yüreğine mi?
Eşsiz kalan geline mi?
Babasız doğacak olan torununa mı?
‘’Şehitlik en kutsal mertebedir.’’ Diye ahkâm kesen
bilmezlere mi?
‘’Yokluk, yoksulluk’’ desen! O zaten hep vardı!
Bir erkek…
Metrelerce yükseklikteki karı küreyen iş makinesinin
kürediği karların içinde ağır aksak ilerleyen araç, ‘’hiç gitmesin ‘’diye
yalvaracaktı neredeyse. Saatlerdir yollarda idi. Belki de yüklendiği görev, bu
güne kadar ki görevlerinin içinde, en ağırı, en zoruydu. Uzun bir zaman diliminin
sonunda ulaştıkları ev, ev demeye ispat şahit isteyen bir haldeydi. Kapı yerine
geçen derme çatma tahtayı tıklattığında!
Yüreği paramparça!
Şapkasını eline aldı ve başını önüne eğdi.
Kelimeler, buzdan kristaller olup, diken diken batıyordu
diline.
Ne söyleyebilirdi ki şimdi bu anacığa?
Zaten söz söylemesine gerek kalmadı. Onu kapıda gördükleri
an, feryat, figan birbirine karıştı.
Zamanı geri döndürmek, mümkün olabilseydi. Ahhh keşke!
Ve…
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Cayır cayır…!!!
&&&
Bir kadın…
Dondurucu bir soğuk hâkim havaya. Denizin dalgaları sanki
birer ağzın boğa misali. Üzerindeki atık ve atıl maddelerle doldurulmuş güya
can yeleği görünümünde bir yelek!
Denizin üstüne uzanmış boylu boyunca yüzüstü. Mantar gibi
denizin üzerine yayılan cesetleri gören balıkçılar, sahil güvenliği haberdar
ediyorlar her ölümde. Her faciada!
Yine mülteciler!
Yine can acıtan dramlar!
Yine umutla yoğrulan ölüm yolculukları!
Yine ölüm tacirleri!
Yine sayısız ölüm!
Mezarlıkta kimsesiz, isimsiz, sadece numaralandırılmış mezarlar.
Aslında onlarında kimi kimseleri, aileleri vardı, bir zamanlar!
Bir erkek…
Bu kaçıncıydı kim bilir? Ege kıyılarından topladıkları
kadın, erkek, çocuk cenazelerinin, artık sayısını hatırlayamaz olmuştu.
Onlarcası hatta yüzlercesini.
Yine de vaz geçmiyorlardı, bunca ölüme karşın!
‘’Umuda yolculuk’’ diye diye belki de son çareleriydi. Yeni
bir hayat, yeni umutlar!
Sahile çektikleri cansız bedenin üstündeki can yeleğinin
altında bir beden daha hissetti, aniden. İşte Dünya bir değil, birkaç kez daha
yıkıldı başına. Bir titreme, bir ürperti aldı tüm vücudunu. Annesinin memesine
yapışmış, minicik bir bebek. Öylece teslim etmiş ruhunu.
Gözündeki yaşlar dondu. Bildiği tüm küfürleri sıraladı!
Lanet okudu Dünya’ya!
Lanet okudu insanlığa!
Lanet okudu kadere!
Ve…
Ölüm, nerede, nasıl, ne zaman geleceğini haber vermez.
Cinsiyet, yaş, zengin, yoksul ayırt etmez!
Kaçınılmaz son…
&&&
Bir kadın…
Hayat… Hep mücadele, hep yokuş… Her bir adımda engebe. Ya
çalı çırpı dolanır ayağına. Ya koca koca taşlar çıkar yoluna. Hele ki kadınsan
bu coğrafyada! Dur düşün, bir kere, bir kere daha!
Geçinmek zorundasın. Herkesle. İşinde, evinde… Kıramazsın,
sımsıkı bağlayan görünmez zincirlerini.
Hele isyan bayraklarını eline alıp da dalgalandırırsan,
aniden bir gün.
‘’Asi!’’ diye nitelendirilmen işten bile değil!
Ölgün sokak lambalarının belli belirsiz ışıklarının
arasında, karanlıklardan bir gölge çıktı sessizce. Elinde parlayan bıçağın
yansıttığı ışıklar ürkütücüydü. İlk darbeyi sırtından aldı. Sonra… Bir daha,
bir daha… Kan gölünün içinde debeleniyordu, çaresizce. Gözünün önünden film
kareleri halinde geçti tüm yaşananlar, hayatı, çocukları, son nefesini
verirken!
Adı Ayşe, adı Hayat, adı Arzu… Her neyse! Zaten adı yoktu
ki! Hiç olmamıştı. Kadındı sadece… Bir kadın…
Bir erkek…
İyice tembihlenmişti.
‘’Sakın konuşurken başını kaldırma! Sorulan sorulara, kısa,
net ve yumuşak cevaplar ver!’’
En masum halini takındı sanık sandalyesinde.
Ayağa kalktı… Başını eğdi!
‘’Pişmanım!’’ dedi.
Temiz giyimli, efendi bir görünüm sergiliyordu, eğreti takım
elbisenin içinde!
Tasarlayarak çıktığı bu yolda!
Şimdi, timsah gözyaşları dökülüyordu, kravatının üstüne…
‘’Yaz kızım, yaz!’’
Yaz kızım, diğerleri gibi pisipisine kayan bir yıldızın
ardından da yaz… Tüm yıldızlar gibi bu yıldız da kocaman kara deliğin
karanlığında kaybolup gitmişti. Kalan sağlarsa bizim!
Yaz kızım, yaz… Kim bilir belki bir gün sen de!
‘’Yaz kızım!’’
‘’Ağır tahrikten, saygın tutumdan, cezada indirime
gidilmesine!’’
‘’Cezanın 1/3 nün infazına!’’
Yaz kızım, yaz…
Ve…
Kanı yerde kaldı… İz iz…
İnsanlar gelip geçtiler, o sokaktan. O izlerin üstünden.
Sanki hiçbir şey olmamışçasına, yaşanmamışçasına!
Ay Şen
‘’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder