12 Ağustos 2011 Cuma

Deniz lacivert, gök mavi



Deniz Lacivert, Gök Mavi
Gecenin derin sessizliğinde, mis kokulu yaseminlerin, rengârenk güllerin, doyumsuz güzellikteki çiçekleri ile ortancaların ve yeşilin iç açıcı muhteşemliğinde yaşamak, bir ömürdür Kuşadası’nda.
Aktur sakinleri olarak her dem ve herkesin gıpta ettiği bir bütünlük ve beraberlik sergilemekteyiz yıllardır. Çevremizdekiler de bizlere özenerek bakarlar.
Bu kez, topyekûn hayli kalabalık bir grup ile mavi yolculuk var gezi planlarımızın içinde. Akşamdan sıkı sıkıya tembihledik birbirimize.-Aman! Sabah 9 da hazır olun diye.-
Tabii ben gece kuşu yine sabaha karşı uyuyunca! Kapının gümbür gümbür çalması ile uyandım, hayli geç kalmış vaziyette. Kimi bekler kapıda, kimi kızmakta neredesin diye! Meğer tüm Yasemin Sokak sakinleri, hazır ve de nazır, bir ben kalmışım geride. Tamam! Kızmayın diye, bir telaş, bir kıyamet hazırlandım. Akşamdan hazırladığım nevaleleri aldım.( Amma terliklerle, gözlükleri ve de şapkayı evde unutup bıraktığım sonradan ortaya çıktı.) Koşa koşa arabalara bindik.
Heyhat!
Biz mi erken gittik? Diğerleri mi yolu kaybetti? Bana söylenirlerken geç kaldık diye! Limana varan ilk biz olduk. Bizimkiler yok meydanda! Neyse geldiler birer birer, toparlanıp bindik tekneye. İstikamet Güzelçamlı’dan, Dilek Yarımadası kıyıları ve eşsiz güzellikteki koyları ve de denizin şahane suları.
Sayımız fazla olunca, Güzelçamlı limanında tekne turlarını düzenleyen kooperatif, bize bir tekne tahsis etmiş.
Sabah 10 sularında, denizin kucağına atıldık. Balina 09 adlı tekne ve kaptanımız Mustafa Tekintaş ile.  Kaptan sağ olsun, gezimiz boyunca akşama değin her türlü isteğimizi yerine getirdi ve de her arzu ettiğimiz yerde mola verdi. Kocaman bir teşekkürü hak etti. Bir de çok bilgili, gezdiğimiz yerlerle ilgili sürekli bizi bilgilendirdi. ‘’Teknede yabancı yok nasılsa! Nerelerde isterseniz oralarda mola veririz.’’ Dediğinde. Bizimkilerden sevinç nidaları yükseldi.
HEYOMALA!!!!
Gezi turumuz, Dilek Yarımadasının muhteşem görüntülerini seyredebileceğimiz yakınlıkta ve kıyı boyunca sürecek şekilde başladı. Eşim ve birkaç kişi sırtımı neymiş bilmem denize attılar belki balık avlarız diye de nafile, takılan balıkları kaçırdılar. Tüh! Keşke oltaları da alaydık diye hayıflandılar!
Öncelikle; Dilek Yarımadası ile ilgili başta kaptanımız Mustafa’dan, çeşitli kaynaklardan ve Google amcadan derlediğim bilgileri aktarmakla devam edeyim geziyi anlatmaya.
Dilek Yarımadası, Samsun Dağlarının Ege Denizine uzandığı son nokta ve ismini 1237 metre yükseklikteki Mykale diğer adı Dilek Tepesinden almakta.  20 km. uzunluğunda ve 6 km. genişliğinde, 27000 hektarlık büyük bir alanı kapsamakta. Akdeniz’den, Karadeniz’e kadar Anadolu’da yetişen tüm bitki türleri ile nesli tükenmekte olan Anadolu Parsına, deniz kaplumbağalarına, karaca ve yaban domuzlarına ev sahipliği yapmakta. Yapılan araştırmalarda, 804 türde bitki ve de dünyada sadece Türkiye’de yetişen 18 tür bitkiyi de barındırmakta. Bu nedenle de dünyada eşsiz bir cennet olarak nitelendirilerek, 1966 yılında doğal sit alanı ve Milli Park olarak ilan edilmiş.  İçerisinde yeşilin bin bir tonunu yansıtan yemyeşil vadiler, gizemli kanyonlar ve mağaralar bulunmakta. Yalnızca 5000 hektarlık bölümü geziye açık durumda, diğer kısımları koruma altında. Karayolu ile sadece 4 koya(İçmeler, Nafızın, Aydınlık ve Kalamaki koyları) ulaşılabiliyor. Diğer koylara ancak deniz yolu ile gidilebiliyor ki tekne turlarının da önemi işte bu durumda ortaya çıkıyor. Tam karşısında nerede ise ellesen tutulabilecek uzaklıkta 12 adalardan biri olan Samos adası var.
Bizler, ilk molayı Karasu koyunda verdik. Tabii bütün tekne halkı yani bizimkiler, cümbür cemaat denize attılar kendilerini. Temmuz’un yakıcı Güneşi ve sıcağından bunalanların denize girdikleri an coooz diye sesler ve üzerlerinden buharlar yükseldi.
Karasu koyunda, denizin rengi lacivertti hatta denizin burada siyaha yakın lacivert bir renk alması nedeni ile Karasu adı verilmiş. Daha sonra gezdiğimiz koylar gibi burası da pırıl pırıl ve de tertemiz billur gibi idi. Tekneden denize bakıldığında, o derinliğe karşın, denizin dibindeki tüm canlılar, taşlar nerede ise tek tek sayılabiliyordu.
Sonbaharda, binlerce ve çeşitli büyüklükte kelebeklerin, renk cümbüşü yaratarak uçuştukları nadir ortamlardan biri olan Kelebek koyu ile kıyılarında boy boy mersin ağaçlarının bulunduğu Mersindere koylarını geçtikten sonra ikinci molayı Katıroluğu koyunda verdik.
Çok eski yıllarda, araç yolu bulunmadığından; oralarda yaşayan ahali ihtiyaçlarını katır sırtında taşımaya çalışırlar ve sarp kayaların arasında geçit vazifesi gören oluktan geçerken, yükleri zaten taşımakta olan katırlar, oluğa takılarak denize uçtuklarından, bu koya Katıroluğu adı verilmiş.(Kaptan anlattı, onun yalancısıyım vallah.)
Çam Limanı Burnunu döndükten sonra ki, buradan da eski yıllarda Samos adasına tekneler ile hayvan ve ticari mal ticareti yapılmakta imiş. Ancak, bu kısımlar şimdi koruma altında olduğundan ticaret son bulmuş.
1.Sazlık koyunu ardımızda bırakıp, 2. Sazlık koyunda demir attık. Deniz pırıl pırıl ve Güneş denizin yüzeyinde ışıldamakta. Denizin içinde bulunan kükürtlü taşlardan, dalgaların şiddetinden denize ve kumlara yayılan kükürt nedeni ile deniz ve kumun kükürtlü olduğu ve cildi gerginleştirdiğini öğrendik. Bunu duyan bizim hatunlar, deniz kıyısında dipten aldıkları çamurlara bulandılar güzellik uğruna. Erkekler de hallerine şaşkın bir halde bakmaktalar. Ben mi? Söylemem sır! Hem bulansam, bu kadar bilgiyi ve fotoğrafı nasıl derleyecektim ki?  Derken! Çamur faslı bitince, tekneden yayılan müziğin eşliğinde, denizde oryantal yapmaya başladılar. Durur muyum? Hepsinin fotoğraflarını çektim.(İnkâr edemezler! Delil!)
3.Sazlık koyunun yakınından geçtik ki bu koyun yakınında taş adacıkların var olduğunu gördük. Bu koyun Orfoz, Lağos, Sinarit, Mığrı, Müren, Levrek, Eşkina, Akya, Sarpa, İskaroz, Melanur, Lapin, Karagöz, Lakaroz, Mırmır, Sargoz, Hanoz, İskorpit, Kefal ve Çipura ile denizkestaneleri, denizyıldızları, yunuslar ve süngerlerin en çok bulunduğu bölge olduğunu öğrendik. Tabii ki bizimkiler oltaları evde bıraktıklarına bir kez daha kahroldular. YAPACAK BİR ŞEY YOK!
En son Poyraz Koyuna geldik. Kuzey rüzgârlarından Poyrazın hüküm sürdüğü bu koyda, rüzgâr ve dalgaların büyüsüne kapılan teknemiz, sağa ve sola zaman zaman yalpa atmaya ve beşik gibi sallanmaya başladı. Bizim hatunların korku çığlıkları da, yalpalanmaya eşlik etti.  
Dip Burnundan itibaren, dönüş yolculuğuna başladık. Dip Burnu sahilinde, 50 metrelik bir alanda ve yalnızca buradaki ipek gibi kum saatinde kullanılan kumların arasında yaşayan ve olağanüstü parfüm niteliğinde bir kokuya sahip olan nadide bir cins beyaz zambak yetiştiğini bilgilerimize ekledik.
Bayrak adası yakınlarından itibaren, açık denizden uzun ve sallana sallana bir yolculuğun ardından Kalamaki koyuna demirledik. Kaptanla sohbetimize bu mola esnasında da devam ettik. Yolculuk esnasında Dilek Yarımadasının diğer tarafına dönemediğimiz için, göremediğimiz 1,2,3, olarak sıralanan Nero koyları ve E harfi şeklinde taş adacıklara sahip olan koylar ile Tavşan Adasından bahsetti. Tavşan Adası kıyısında deniz seviyesinde tatlı su kaynaklarının bulunduğu ve yarımadada yaşayan hayvanların sahil kenarına inerek su içtiklerini öğrendik.
Akşamüzeri saatlerinde, Güzelçamlı Limanına geri döndüğümüzde, Sabahleyin güle oynaya, capcanlı bindiğimiz tekneye ve gün boyu kahrımızı asla yüksünmeden, güler yüzünü eksik etmeden çeken kaptanımız Mustafa’ya veda ederken, hepimizin üzerinde mutlu ve tatlı bir yorgunluk vardı.
Bizler, Aktur, Yasemin sokak sakinleri olarak gönül dostlarıyız. İyi günde, kötü günde, sevinçte,  kederde hep yan yanayız. Mümkün mertebe olayları büyütmeden ve birbirimizi kırmadan halletmeye çalışırız. İşte bu nedendir ki birbirimize sıkı sıkıya bağlıyız. Kimin bir sıkıntısı olsa çekinmeden, düşünmeden koşarız. Her daim ve her koşulda birbirimize sahip çıkarız. Gezmekte ve de eğlenmekte birinci sıradayız. Dile kolay! 20 yıldır eskisi ve yenisi ile birlikte ve bütünlük içerisinde yaşamaktayız.
Biliyorum! Bu gezinin anılarını okumak için sabırsızlanmaktasınız.
Canlarım, bu yazıyı hepinize ithaf ediyorum.
İyi ki varsınız….
Ayşen Arslangiray Kura
22.07.2011/ Kuşadası
Facebook:http://facebook.com/aakura
Twitter:http://twitter/#!/aysenkura

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder